8. BÖLÜM: GÖRÜNMEZ BAĞLAR

16 4 0
                                    

♪ Yüzyüzeyken Konuşuruz – "Son Seslenişim"

Bir röportaj esnasında bazen deyip duraksayan, uygun kelimeleri bulabilmek için gözlerini havaya kaldıran o insanlar gibi hissediyordum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Bir röportaj esnasında bazen deyip duraksayan, uygun kelimeleri bulabilmek için gözlerini havaya kaldıran o insanlar gibi hissediyordum. Hele bir de gözler sulanmışsa, medet umulan gökyüzünün mezardan bir farkı yokken. Çünkü bazen, bazen sahiden nasıl hissettiğimi anlatabilmem mümkün değildi.

Hayatımın hiçbir evresinde birinin bana hislerimle ilgili bir soru sorup cevap için mikrofon uzatacağını düşünmüyordum ama yine de, bu basıncın bir açıklaması olmalıydı. O kadar bağdaştıramıyordum ki gerek düşüncelerle zihnim, gerek duygularla kalbim tıka basa doluyken böyle bir boşluğa düşebilmeyi. Tahmin edemezdim, düştükçe çakılmayı dileyeceğimi.

Çakılmalıydım ki nerede olduğumu bilebilmeliydim, belki o zaman başımı yukarı kaldırıp çıkabilirdim oysa insanlar yalnızca denizlerde nefes alamadığı için değil, koca galakside süzülürken de boğulabilirdi.

Bu evrende hiçbir şey boşu boşuna yaratılmamıştı ne de olsa, beyin ve kalp; bir tek ikisinin özel kafesleri vardı. İkisi de tutsak kalmak zorundaydılar ya da yanlış ve yabancı olan her şeyden korunmaları gerekiyordu. Hangisiydi doğrusu? Üstelik kalbin, bir konfor alanına da ihtiyacı vardı; balon gibi şişip sönebilen iki yastığın arasında, orada yaşıyordu. Ciğerlerini temiz oksijenle dolduran, sana nefes aldıran tüm o şeyler yüreğin sadece sıkışmasına mı neden olurdu yoksa sürekli acı içinde kıvrandığından dinlenmek hakkı mıydı?

Bir cadde birçok sokağa ayrılıyorken herkes köşesinden döneceği sokağın olduğu yere kadar yürürdü caddeyi, akla ilk gelen cevap aslında inanılan asıl gerçekti ve diğer sokaklar, insanın kendisinin tek seçeneğe bağlı olmadığını savunacağı bahanelerdi. Çünkü bazen, bazen yalnızlık bu derece net hissedilmemeli ve insanın kendini kandıracağı bir şeyler illa ki olmalıydı.

Bu içimdeki zavallı çocuğa son seslenişimdi, onu çikolatalar ve oyuncaklarla şımartmamış olmak büsbütün benim hatamdı. Verdiğim o talihsiz kararlar, beni bana kaybettiren en büyük sebeplerimdi şimdi.

Ellerimi banka yasladım, omuzlarımı bir kez daha kaldırıp indirdim. Birbirine doladığım bacaklarımı çözüp bir ileri bir geri sallamaya başlamıştım. Onu izlerken dahi başımın dönmesine neden olan, iki atkuyruğu yaptığı saçlarından sol taraftaki kulağına değecek kadar aşağı düşmüş bir kız çocuğu, bilmem kaçıncı kez önümden koşup geçti.

Daha az önce kendi yaşlarında başka bir kızla tanışmıştı ve kaydırak önümü kapattığından görüş açımda olmayan yerde ne yapıyorlarsa saniye başı koşturarak annesine bir şeyler söyleyip geri dönüyordu. Neşeli seslerini duyabiliyordum, bu sıcakta güneşin altında nasıl bu kadar mutlu olduklarına anlayabilmek mümkün değildi. Çocuk oldukları için deyip geçemiyordum, ben de bir zamanlar çocuk olduğumdan.

Eve dönmemek için ağlayıp zırlayan bir çocuk olmamıştım hiçbir zaman. Kaydıraklardan hoşlanmazdım bir kere, güneş olsa da olmasa da hep elektrik çarpıyordu ve sinir oluyordum. O kaydırak yolu boyunca ellerimi hiçbir yere değdirmemeye çalışır, kaskatı bedenimle ayaklarımın zemine basmasını beklerdim. Sırasının gelmesiyle uğraşmayan çocuklara da sinir olurdum, ben daha kaydırağın yarısındayken inmemi beklemeden peşimden geldiklerinden sırtıma sağlam tekmeler yemişliğim çoktu. Tahterevalliler güzeldi ancak karşıma binecek bir arkadaşım çoğu zaman olmazdı, annemin karşı tarafa abanıp beni yukarı kaldırması hiç eğlenceli değildi.

BİR BAL'MIŞ BİR YOKMUŞWhere stories live. Discover now