İclal • Dördüncü Bölüm •

6 0 0
                                    

İclal

Dördüncü Bölüm

Sen kendini ne sanıyorsun

Kimsin sen

İsmin bile yok

Kimsin de hayatıma girmeye çalışıyorsun?

0547***: ismim? İsmimi mi merak ediyorsun

0547***: iyi söylüyorum

0547***: ismim Can

Ona, cevap vermedim. Elim, klavyenin üstüne gitti. Başladığım işi bitirmek için... Ama, ona cevap vermedim. Telefonu kapadım. Bende ki bu soğuk yalnızlığı dinlemek için, sakinleşmek için... Soğuk, odada ki karanlığa sığındım.

Telefona yeni bir mesaj geldi, açtım ekranı ama mesaj ondan değil iş yerindendi. Fabrikanın, haftaya bakıma gireceğini haber vermişlerdi.

Her zaman ki yerime geçip otururken, beni uyandıran dünkü kız gülümseyerek sessizce: "Günaydın." Dedi. Bende ona gülümseyerek: "Günaydın." Dedim. Boynuna astığı yaka kartını gördüm. Benim gibi işçi değil, beyaz yakaydı. Belli ki insan kaynaklarında çalışıyordu.

"Daha yeni başladım. Bugünle ikinci ayım doldu." Diye konuştu. Başımı salladım. Acaba ben... Küçükken, hangi mesleği yapmak istiyordum? Bir hedefim, olmuş muydu? Ve ben çaba sarf etmiş miydim?

Hiç hatırlamıyorum kendimi bir hedefim uğruna parçaladığımı. Ben daha çok...

Koltuğumu biraz geriye doğru ittim. Şapkamı başıma çekip, az da olsa gözlerimi kapadım.

Servisten inerken, dalgınca kartımı bastım fabrikaya doğru yürüdüm. Yine bir Lütfiye'nin yanına uğrasam iyi olacaktı. Dalgınca yürüyüp, fabrikanın içine girdim. Onun çalıştığı banta doğru yürürken arkamdan Selim abi, seslendi. Durup, arkamı döndüm.

"Günaydın. N'aber?" Dedi. Sabah sabah yine çok enerjikti. Ben onu tanıdığımdan bu yana hiç ciddi görmemiştim. Hep çok cana yakın, ağır bir abiydi.

"Aynı abi. Senden?" Diye sordum. Güldü: "Lütfiye'mle uğraşıyorum ya!" Kendi kendine gülmeye devam ederken: "Allah'ıma bin şükür ama..." Diye devam etti sözüne. "Mide bulantıları arttı. Her kustuğunda yanındayım ama bana öyle bakıyor ki... Gülüşünü bozmadan: " Kızım diyorum gel üstüme kus. Gıkım çıkmaz."

Bende gülümsedim. Lütfiye, peşinde çok koşturmuştu Selim abiyi. Selim abi, bir günden bir güne pes etmemiş sonunda aşkını kabul ettirmişti. Bu fabrika, ikisinin aşkını çok iyi bilirdi. Bende öyle.

"Lütfiye işte. Her zaman ki hali. Kokulara felan duyarlıdır o zaman."

"Ne demezsin ya! Vallaha! Normalde en sevdiği yemek, sulu köfte ama et kokusuna hiç gelemiyor."

"Öyledir ya. Ama geçer, normal bu aylarda." Gülümseyerek, başını salladı: "Aynen öyle abim. Ben gideyim artık, Devran çoktan gelmiştir. Kolay gelsin sana."

"Sağol abi, sana da iyi istirahatler." Yanımdan ayrıldı. O, depoya doğru yürüdü. Ben Lütfiye'nin yanına doğru yürüdüm. Çalıştığı banta geldim ama Lütfiye'yi değil, Yıldırım abiyi gördüm. Muhtemelen, hazırlanmak için erkenden ayrılmıştı. Yıldırım abiye: "Kolay gelsin, abi." Deyip, Lütfiye'yi beklemeden kendi bantıma yürüdüm.

Öğle yemeği vakti geldi. Ben yemekhanedeye doğru yürürken, Kübra yanıma gelip: "Haftaya giriyormuşuz ya of! Ben bu haftaya göre plan yapmıştım!" Sesinde ki üzüntü, beni gülümsetti. Hali çok tatlı gelmişti. Gülümseyerek: "Serhat'ın ve ailesinin kaçtığı yok ya! Sende!" Güldü.

"Evet öyle. Aşkım beni bekler." Dedi. Gülümsedim. "Ben kızların yanına geçiyorum. Sende gelsene." Dedi, başımı ona çevirdim. Gözlerine baktım. Üç hafta önce yaşadığım olaya o da şahitken... Nasıl...

"Yok. Gelmeyeyim ben." Dedim. Biraz hızlı adımlarla, sıraya girdim. Kübra, arkamda kaldı. İçimde bir şeyler daha koptu. Benim sınavım da, sevdiklerimdi.

İCLALWhere stories live. Discover now