Bölüm 9 : Yeniden yaşamak

Start from the beginning
                                    

"Kendimi öldürsem bile mi?" diye sordum sesin sahibine. Cevap gecikmedi.

"Neden bana korkularını söylemiyorsun?" Korkularım sadece bana aitti. Onları birileriyle paylaşırsam zaaflarımı altın bir tepside önlerine sunmuş olacaktım. Bunu istemiyordum. Hayır, hayır...

"Delfin!"

"Adımı söyleyip durma!" Parmaklarımı saçlarıma daldırıp sert bir şekilde çekmeye başladım ve pencereyi kollarımı kullanarak daha hızlı yumrukladım. Bulunduğum yer çatı katı değildi. Aşağıdaydım ve kimse hareket etmiyordu. Sanki bedenleri buz tutmuştu. Bakışlarımı parmaklarıma indirdim. 

Parmak uçlarım maviye dönmüştü, sanki yapışkan bir sıvı damarlarımdan birine enjekte edilmişti ve bulaşıcı bir virüs gibi hızla yayılıyordu. Dizlerimin üzerine çökerek bir deli gibi saçlarımı yolmaya başlarken pencereyle savaşmaktan vazgeçtim. İstesem kapıyı açıp dışarı çıkabilirdim. Böyle bir şansım vardı fakat eğer kapıyı açarsam evin içini su basabilirdi. Bu da oldukça saçma bir düşünceydi. Tek istediğim çığlıklarımın birilerine ulaşması ve sesimi duyurabileceğim insanların bana yardım etmesiydi fakat şu durumla boğuşan tek insandım. Onlar, gitmişti. Çırpındım, sanki biraz daha çırpınırsam her şey sona erecek gibi... Çırpındım. Yine ve yeniden...

Çırpındım.

"Neden? Benden ne istiyorsun!"

Neden? Benden ne istiyorsun?

Susuzluktan kuruyan boğazımı tutarak çığlık attım. Ellerimdeki kesikten damlayan kan boynumu kızıla boyadı, tişörtümün boğaz kısmına ve kollarıma yayıldı. Saçlarım yüzümdeki tek renk değildi, hızla yayılan kan tenime de renk katıyordu. İçime bir virüs gibi bulaşan öfke tırnaklarımı etime geçirmeme neden oldu fakat bu sefer acı hissetmiyordum. .Tırnaklarımı biraz daha derine batarsam şah damarımı kesebilirdim. Dudaklarımdan dökülen her bir kelime, etrafımda yankılanıp buz kesmiş bedenime çarpıyor gibiydi. Aklımın yerinde olduğunu biliyordum. Sesim ıssız bir ormanda, ağaçların arasında sıkışıp kalmışım gibi kendini tekrarlıyordu.

"Benden ne istiyorsun!"

Benden ne istiyorsun?

Duyduğum sese aynı soruyu yöneltirken aklım yerine gelmeye başladı. Acı hissetmiyordum. Ellerimi boğazımdan çekip dizlerime koyduğumda tırnaklarımın içi toz ve kandan görünmez hale gelmişti, yapışkan sıvı dizlerime de bulaştı. Ellerimin üzerinde de kan izleri vardı. Boğazımdan göğüs boşluğuma akan sıvıyı hissederken Atlas'ın bedenini sarsmaya başladım. Üzeri ince, saydam ve mavi bir sıvıyla kaplı gibiydi ve bedenindeki ısı buz dağından farksızdı.

" Atlas. Cevap ver! Beni burada yalnız bırakma." Ruhunu teslim etmiş gibi görünen bedenini hızla sarsmaya başladım ama ona dokunmak bir buz kütlesine dokunmak gibiydi. Uyuşmaya başlayan parmaklarım, birkaç saniye sonra yanmaya başladı. Buna karşılık bedenini az öncekine oranla daha hızlı sarstım.

"Uyan! Bu kadar çabuk pes edemezsin!"

Uyan! Bu kadar çabuk pes edemezsin!

"Sana cevap veremez!" Ses, zihnimde tekrar yankılanırken ellerimi kızgın bir alev topuna değmiş gibi geri çektim. Zeminin üzerinde büzülerek duvara doğru kayarken konuşamadım. Çarpmanın etkisiyle kısacık bir an sırtımın sızladığını hissettim fakat hemen geçti. Konuşmayı denedim ama buna ne gücüm ne de inancım vardı. Ölüyordum fakat ölüme giderken bile kendimi değil, beni bırakıp giden bir adamı düşünüyordum. Atlas'ın tek bir noktaya sabitlenmiş donuk gözlerine bakarken boğazım düğümlendi. Onu böyle görmek isteyeceğim son şeydi. 

TreyWhere stories live. Discover now