Bölüm 3: Sen en iyisisin

3.4K 523 188
                                    




"Bir tünelin içerisindeyim. Rayların üzerindeki peronda yokuş aşağı hızla kayıyorum. Bu yol sonsuzluğa gidiyor. Ama sonumu görebiliyorum. Orada ölüm var."


Akya, üzerimden bir an olsun çekmediği mavi gözlerini kısarak, bedenimi inceliyordu. Başını geri yatırdı ve bir elini " Pes ediyorum" dercesine havaya kaldırdı. Teri kurumuştu ve vücudunun kokusu çiçek özlü kokan parfümüne karışmıştı. İğrenç koktuğunu inkâr edemezdim ama her şeye rağmen oldukça havalı görünüyordu. Kaşlarımı havaya kaldırarak sinsice gülümsedim. Bu benimle oynayamazsın.

Bay Kunt, cümlesiyle eş anlamlıydı. Michael konusunda endişelerim olmasına rağmen, zihnim bazı şeyleri kafaya takmama konusunda benimle hemfikirdi. Başımı yana yatırarak bir süre gözlerinin içine baktım. Fakat yay gibi çatılan kaşları yumuşamıyor, aksine, sanki tehlikeli bir şeyin kokusunu almış gibi gittikçe daha çok çatılıyordu. Yüz hatları sertleşmeye ve az önceki tavrı değişmeye başlarken, kolundaki derisinin altında, gittikçe kabaran yeşil damarları görebiliyordum. 

Titrek bir nefes alırken öne doğru eğildi. Omuzlarımı sertçe kavrayarak tutuşunu sıklaştırırken aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattı. Az önce havada kalan elini yumruk yaparak duvara yaslarken, saatinin ibresiyle kalbimin ritimleri aynı anda ilerliyordu. Duvarla bedeni arasına sıkışıp kalmıştım. Kemiklerimin bu karşılaşmadan sağ çıkacağını pek sanmasam da ifademi onun ki gibi sertleştirdim. Bacaklarımdaki eklemler, robot pozisyonunu andıran görüntümü değiştirerek hareket edince kıtladı. 

Boşta kalan elimi göğsüne doğru yaklaştırırken göğüs kafesimi delicesine yumruklayan kalbim, artık boğazımda atıyordu. Beynimde, benliğimi sarıp sarmalayan ruhumun en ücra odalarında, ayak parmaklarımda...Elimi ani bir hamlede yakaladığında istem dışı gelen bir korkuyla yerimde hopladım. Saç diplerimden yuvarlanarak dudaklarımı yalayan terin, tuzlu kokusunu alıyordum.

"Sanırım buradan çıkış yok, küçük hanım?"

"Çıkış yok mu?"

"Yok..."

"Yok..."

Bir an duraksadıktan sonra kafasını yana doğru yatırarak üst dudağını yaladı." Ne saçmalıyorsun, sen?"

"Saçmalayan sensin." dedim kıkırdamayla karışık bir ses çıkartarak. " Bak, seninle bir derdim yok. Sadece..."

"Hala neden burada olduğunu açıklamıyor." dedi ardından. Neden onu hatırladığımı hissediyordum? Yaşadığım her şey daha önceden yaşanmış gibiydi. Sanki bir zaman tünelinin içindeydim. Her saniye aynı şeyleri tekrardan yaşıyormuşum gibi geliyordu. Dejavu olabilir miydi? Hayır, hayır. Gerçek bir ifadeyle buna asla inanmıyordum. Zihnim yine bana oyun oynuyordu.

"Bana yardım etmeni istiyorum." dedim kuru bir sesle. Zorlukla yutkunurken boğazıma kocaman bir ağırlık çöktü sanki. Başımı geri atarak kendimi duvara yasladım. Zihnimden belki de bir ömür boyu silinmeyecek, geçmiş kokan, sırlarla dolu bir sahneydi bu. İnsanların hakkımda ne dediğini umursamasam bile, Michael... O benim için fazlasıyla önemliydi. Akya, ellerini duvardan çekerek kollarımı kavradı ve ardından parmaklarını gevşeterek avuçlarını tamamen serbest bıraktı.

"Yardım mı?" Elini iki yana açarak kibirle yüzüme baktı."Beni tanımıyorsun."

"Evet."dedim.

TreyWhere stories live. Discover now