𝐒𝐭𝐚𝐲 𝐓𝐨𝐧𝐢𝐠𝐡𝐭

54 21 26
                                    

"Jisung s-sen burda ne yapıyosun?"

Jisung'un gözleri yarı çıplak olan vücuduma kaydı, sonra utanıp hemen kafasını öne eğdi ve hızla konuşmaya başladı.

"Ben evimin anahtarını kaybetmişim, yedek olanlar evdeydi, senin evinin yedek anahtarını vermiştin ya bana o montumun cebindeymiş, haber vermek için seni aramıştım ama açmadın, yağmur yağıyordu, şimşek falan çaktı, biliyorsun korkuyorum be-"

"Tamam Jisung sakin, sadece biraz... Şaşırdım da"

Jisung kafasını hâlâ önüne eğmiş duruyordu. Konuşurken arada kaçamak bakışlar atıp tekrar yere çevirmişti bakışlarını. Yüzü daha önce hiç görmediğim kadar kızarmıştı. Aslında durumun daha garip bi hâl almaması için beklemesini söyleyip üstüme bir şeyler giyinebilirdim, ama bu kadar acele etmeye gerek yoktu. Biraz eğlenmekten zarar gelmezdi. Çenesini nazikçe tutup yüzünü kendime çevirdim. Kahve gözleri koyulaşmıştı. Yüzü daha da kızarmıştı ve bu haliyle o kadar tatlıydı ki saatlerce sıkılmadan izleyebilirdim.

"Utandın sanırım?"

Jisung'un yüz ifadesi bir an değişmişti, hafifçe gözlerini kısmıştı. O an beklemediğim bir şey yaparak elini göğsüme, tam kalbimin üzerine koydu. Gözlerimin içine bakmaya başladı, ben de onun gözlerine baktım.

"Minho... Ama böyle üşümez misin?"

Yüzünde ufak bir tebessüm oluşmuştu. Oyun istiyordu demek ki, oynayalım bakalım.

"Bence gayet sıcak Jisung, hem de fazlasıyla"

"Hmm, öyle mi? Sen bilirsin. Bu gece yanında kalsam sorun olmaz değil mi?"

"Hiç sorun olmaz"

"Peki, teşekkürler"

Elini yavaşça çekip uzaklaştı, salondaki koltuğa oturdu. Deminki yakınlığımızın etkisiyle bir an orda kalmıştım. Kendimi kaptırmamalıydım. Hızla arkamı dönüp odama gittim. Beyaz bir tişört ve koyu gri bir eşofman çıkartıp giydim. Hâlâ yaşadığım şeylere tam inanamıyorum. Hyunjin'den hoşlanıyorken bana neden böyle davranmıştı? Aynaya bakıp saçlarımı düzelttim. Odamın kapısını açıp yürümeye başladım. Salona gidip Jisung'un yanına oturdum. Yüzünde hiç bir şey olmamış gibi sakin bir ifade vardı. Gözlerime bu defa daha farklı bakıyordu, daha masum bir şekilde, yani her zamanki gibi. Tahmin ettiğim gibi elini kaldırıp saçlarıma daldırdı. İkimizin de yüzünde bir gülümseme oluştu, ve Jisung her düzelttiğimde yaptığı gibi saçlarımı dağıttı.

"Çok daha sevimli oluyorsun dağınık saçla"

"Sevimli mi?"

"Evet ne olmuş?"

"Ben mi sevimliyim? Sen benim yüzüme bakıyor musun şu an?"

"Evet Minho çok sevimlisin, sen de bence aynaya bak"

"Jisung farkında değilsin ama, o kadar mükemmelsin ki. Senden iltifat kabul etmek çok garip geliyor"

Jisung da benim gibi iltifat kabul etmeyi sevmezdi. Bir şey söylemek yerine uzanıp kollarını boynuma sardı. O sarılmayı, el ele tutuşmayı çok severdi, bense fiziksel temastan nefret ederim. Ama konu o olunca değişiyor tabii. Aslında konu o olunca ben tamamen değişiyorum. Sanki onunla olduğum sürece yaşamayı sevebiliyorum gibi. Mesela beni kime sorarsanız sorun soğuk ve duygusuz bir insan olduğumu söylerler ama Jisung'a karşı hiç bir zaman öyle olmadım. İnsanlara olan güvenimi tamamen yitirmiştim ama o farklıydı. İlk tanıştığımız günden beri bu çok belliydi. Onu tanıdıkça etrafımdaki çoğu kişiden ve benden farklı olduğunu görmüştüm, çok kırılgan bir kalbi vardır mesela. İlk tanıştığımız gün daha ortaokuldaydık, okuldakiler eşcinsel olduğu için ona zorbalık yapıyorlardı. Nerdeyse her tenefüs bir köşede ağlardı. Bense hiç bir şeye anlam veremiyordum. Onu neden zorbaladıklarını, niye ağladığını anlayamıyordum. Çünkü daha eşcinselliğin ne demek olduğunu bile hilmiyordum. Bir gün okul bittiğinde unuttuğum bir şeyi almak için tekrar sınıfa çıkmıştım. Sınıfta Jisung ve ondan büyük üç çocuk vardı. Çok açık bir şekilde onunla dalga geçiyorlardı, o sırada içlerinden birinin Jisung'u yere ittiğini görmüştüm. Biri tam Jisung'a tekme atacakken yanlarına koşup çocukları durdurmuştum. Benim de üstüme gelmişlerdi, geri çekilmemiştim. Sonuç olarak kavga çıkmıştü. Jisung korkudan kıpırdayamayıp bizi izliyordu. Okul çıkışı olduğu için etrafta pek öğretmen yoktu. Çocuklardan ikisi erken pes edip kaçmışlardı, diğeriyse karşı gelmeye çalışmıştı, sonraysa burnunun kanamasıyla o da kaçmıştı. Jisung ise hâlâ korkuyla bana bakıyordu. Kalkmasına yardım etmek için elimi uzattığımda vuracağımı sanıp irkilmişi. Genelde başkaları için üzülmem ama o an kendimi bile şaşırtacak kadar üzülmüştüm. Tepki vermeyince yardım etmek istediğimi anlayarak titreyen elini uzatıp elimi tuttu. Onu hızlı bir şekilde çekmiştim bu yüzden ayağa kalkmasıyla dudaklarımız birbirine değmişti. O utanmıştı, bense tanımlayamadığım çok garip bir şey hissetmiştim. "Yardım ettiğin için teşekkür ederim, sen gelmeseydin..." Cümlesini bitirmeden susup aniden bana sarılmıştı. Alışık olmadığımdan ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum o yüzden sadece öyle durmuştum. Ben karşılık vermeyince hemen geri çekilip düşürmüş olduğu yerden çantasını almış ve koşarak sınıftan çıkmıştı. İşte bu yüzden her aniden sarıldığında aklıma o gün geliyor. Zaten o günden sonra bunu alışkanlık haline getirmişti. Okuldakiler ona bir kaç kere daha bulaşmaya çalışmışlardı ama ona yaklaşmalarına izin vermemiştim. Bu düşüncelere dalıp gittiğim için bir süre sessizlik olmuştu.

"Evde sadece bir yatak var biliyorsun, istersen benim yatağımda yat ben burda koltukta yatarım"

"Öyle olmaz hem sen daha yeni kaza yaptın, zaten kendi salaklığım yüzünden seni de yordum bu saatte. Koltukta ben yatayım"

"Asla olmaz"

"Tamam başka seçeneğimiz yok o zaman"

"Nasıl?"

"Umarım horlamıyorsunuzdur Minho bey"

Gülümsedi, ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı. Onu arkadan izlerken bir kaç saniye sonra jetonun düşmesiyle ayağa fırlayıp peşinden gittim. Jisung yatağın üzerinde oturmuştu. Onu öyle gördüğümde kafamda istemsizce bir şeyler canlanmıştı. Bana baktığını görünce gerilmiştim.

"Ne oldu? Utanıyor musun yoksa?"

Bunu söylerken sırıtmıştı. Onu uzun zamandır tanımama ramen utangaçlık ile frörtözlük arasında nasıl bu kadar hızlı geçiş yapabiliyor en ufak bir fikrim yok. Ben de onun gibi sırıttım.

"Neden utanacakmışın?"

"Bilmem"

"Üzerindekiler rahat görünmüyor"

"Değiller zaten"

"Kıyafet vermemi ister misin?"

"Senin kıyafetlerin mi?"

"Yani bu saatte alışverişe çıkamayacağımıza göre?"

"Tamam tamam bir şey demedim"

"Merak etme uyuz falan bulaşmaz"

"Minho bazen çok odun olabiliyorsun"

"Elimizdeki malzeme bu bebeğim"

Ayağa kalkarken gülmüştü. Bu her zaman yaptığımız bir şeydi. Sürekli şakasına birbirimizle flörtleşirdik. Dolabımdan bir tişörtle eşofman çıkarıp ona verdim. Bir anda kıyafetlerini çıkarmaya başladı. Kafamı çevirecektim ama gözlerimi vücudundan ayırmak çok zordu benim için. Arkasını bile dönmeden üstünü değiştirmişti. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde sırıtarak gözlerime baktığını gördüm. Siktir. Ona o kadar dik bir şekilde bakmıştım ki zaten anlamamasının imkanı yoktu. Kolaysa gel açıkla şimdi...

"Özür dilerim"

"Boş ver ben de sana bakmıştım zaten bir ara"

"Ne zaman?"

"Boş ver"

Daha deminki bakışlarımdan sonra onu bana baktığı için yargılayamazdım herhalde. Tekrar yatağa çıkıp uzanmıştı, ben de bir şey söylemeden yanına yattım. İlerleyen yarım saat boyunca uyuyamayayıp yatakta sağa sola dönmüştü. Derken nefesini yüzümde hissetmemle gözlerimi açtım. O da gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Sol elimle belinden tutup kendime daha da çektim. İkimiz de gözlerimizi kapatıp uykuya dalmıştık.

Belirtmek istiyorum 1000 kelime :3

𝐀𝐧 𝐔𝐧𝐡𝐞𝐚𝐥𝐭𝐡 𝐎𝐛𝐬𝐞𝐬𝐬𝐢𝐨𝐧 // 𝓜𝓲𝓷𝓼𝓾𝓷𝓰Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz