41.BÖLÜM

61.9K 1.8K 87
                                    

Başını aheste aheste aşağı yukarı sallarken, Alpaslan'ın çenesi kasılmıştı.

"Sana ben bir geleceğim Alina!..." der demez, bana devamını söylemektense dilini ısırmayı tercih etmişti.

Neyi kast ettiğini anladığımda sinirden uzun uzun soludum. Fakat sonrasında yatağıma gitmeden evvel ona kendi yaklaşımının yanlış olduğunu daha nasıl anlatacağımı bilemediğim için bir seferlik dürüst oldum.

"Biliyor musun, geldiğini camdan gördüm. Ve çalışma odasına sadece dün gece yarım kalan işimizi tamamlamak için olan tüm cesaretimi toplayıp gelmiştim. Ama sen beni yakmayı tercih ettin. Tıpkı bir köpek balığı gibisin kanın kokusunu alıyorsun ve daha çok kanatıyorsun..."

Alpaslan'ın bakışları ciddileştiğinde bir müddet gözlerime baktı. Gaddarca bir söz daha gelmesini bekledim ondan.

"Bu gün çok yorgunum Alina ve emin ol kafam senin anlayamayacağın kadar da bi'dünya hâlde..." Sesi durgun ve gerçekten yorgundu.

Tartışamayacak kadar güçsüz olduğunu söyleyen düşmanım, bu gecelik siperine geri çekilirken, benden af bile dilemiyordu.

"Peki..." dedim kısaca. "Bu gece sevişmiyoruz o zaman." dedim hızla. Alpaslan ise sevişmek der demez gözlerini benden kaçırdı ve gecenin karanlığında fıskiyelerin parlak sularının aydınlattığı bahçeye çevirdi. Dudaklarına götürdüğü kor misali sigarasını içine uzun uzun çekerken beni de uzun bir sessizliğe mahkum etmişti. Bir cevap vermeyecekti.

"Bana hava hoş!" dedim tek omzumu umurumda değilmiş gibi silkerken. Hızla balkondan çıkıp tam kapıyı kapattığım anda Alpaslan'ın belli belirsiz mırıltısını duydum.

"Bu gece sevişmek için bana sigaram yeter."

Durgun hâline son bir kez arkasından onu izleyerek baktım. Sanki benim bilmediğim onu üzen başka bir şey vardı. Alpaslan için ben hayatta üzülmezdim ama bu hâlindeki gizem acaba neye üzüldü diye de içten içe beni dürtüyordu.

Onu gecenin karanlığında bırakıp sabahın aydınlığında bulamamıştım. Sabahın geç ışıkları odayı çoktan aydınlatmıştı. Yapayalnız uyandığım bu odada sadece meraktan balkona çıktığımda balkon da boştu. Alpaslan görünürde balkonda da uyuyakalmamıştı. Bir aptallık yapıp balkonda mı yatmıştı yoksa içeride mi bilmiyordum. Ben zaten baya dağınık yattığım için onun tarafının toplu kalma ihtimali yanımda yatmamış olsa da pek yoktu. Yatak baştan sona dağınıktı.

Süreyya Hanım'ın dikte dolu kahvaltı davetini özellikle reddedip sabahı bir filtre kahveyle geçiştirdiğimde kahvaltıdan sonra dışarı çıkan Melis ve Atakan'ı görmüştüm. Açık havada onları izlerken Melis Hemşire;

"Bugün hastanede tedavi günü..." diyerek yanlarına gelen korumadan muhtemelen onları götürmesini istemişti. Meraklı Melahatlar gibi onları izlediğim sırada Atakan hissetmiş gibi başını yukarı kaldırdı ve beni görünce gülümsedi. O gülümseyince istemsiz gülümsedim ardından dişleri de gözükerek bana el salladığında bir kıkırtı sardı nefesimi daha büyük bir gülümsemeyle ben de ona el salladım. Böylelikle hayatımda ilk kez bir erkeğe balkondan el sallamış olmuştum. Buna kahkaha atmak isterken dudaklarımı birbirine bastırdım.

Melis Hemşire başını kaldırdığında Atakan'ın bana el salladığını görmüştü. Bana bakıp daha uzun süreler bu bakışmayı uzatma potansiyeli olan Atakan'ı diğer elinden tutup;

"Hadi Atakan'cığım. Fazlasıyla geç kaldık," dedi o kendine has ince ve kibar sesiyle. Ama bu ses Atakan'ı benden uzaklaştırdıkça ne kadar kibar olursa olsun gıcık olduğumu hissettim. Kendini anne rolüne pek kaptırmıştı. Dilimi ağzımın içinde gezdirdikçe onun geceleri Alpaslan'ı Atakan'ın babası kendisini de annesi zanneden fanteziler kurduğunu tahayyül edip daha da çok gıcık olmaya başlamıştım. İçimdeki vesvese hiç rahat durmuyordu.

TOHUM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin