29.BÖLÜM

66.3K 2.1K 93
                                    

Yalnız kaldığım bu odada yalnızlığın çığlığı tiz bir sesle dalga geçti benimle. Koca bir kahkaha çalkalandı sanki duvarlarda ve başıma isabet eden feci bir çınlamayla anladım, şakaklarımın zonk zonk zonkladığını.

Ellerimi şakaklarıma atıp ovalarken, başımın ağrısından acı bir inleme döküldü dudaklarımdan. Gözlerim kapalıyken burnuma hâlâ buram buram gelen Alpaslan'ın kokusu odaya sinmişti. Kokusuyla beraber yüzü de canlanıyordu zihnimde. Ama zihnimdeki Alpaslan hiç bağırmıyordu, hatta gülse eminim ki ona çok yakışırdı.

Yatağa oturduğumda şakaklarımı mesken tutan bir elimden feragat ettim. Sıfıra basıp hızla alt kata bağlandım.

"Merhabalar, Alpaslan Bey'in odasına bir hatta pardon... İki ağrı kesici getirebilir misiniz? Şey... Bir de rica etsem lütfen bu ilaçları Olga getirsin. Ona söylemek istediğim şeyler var... Teşekkür ederim. Kolay gelsin." derken sona doğru kibarca tebessüm etmiştim.

İlaç olarak güçlü bir şeyler istiyordum ki beni ancak keserdi. Konuşurken hâlâ daha burası için benim odam diyemediğimi fark ettim. Kendimi burada hâlâ gelip geçici bir misafir gibi görüyordum.

Misafir çok kibar kaçardı; rehin.

Bir karşılığım, bana karşılık bir şeyler vaad edecek bir kimsem de yoktu ki... Dolayısıyla rehin kelimesi bile tam olarak tanımlamıyordu beni.

Esir. Sanırım benim durumumun tam olarak karşılığı bu kelimeydi.

Düşündükçe hüzünlenen gözlerim, ikindi güneşinin vurduğu perdeye takıldığında gayri ihtiyari ilerledim cama doğru. Güneşin kızıl ışıklarında mütemadiyen ışıldayan tül, yeni manikürlü tırnaklarımın arasında buruşurken penceremi yavaş yavaş aralamış oldum.

Fıskiyeli orta bahçeyi takiben, kuru havada yeni sulanmış çimler huzurla uzanıyordu. Evdeki bütün herkese oranla, çimler bile daha huzurluydu. Havuzdaki su durgundu, ara ara fıskiyelerden dökülmeleri bile telaşsızdı. Bahçedeki tek telaş eden canlı, bir insan evladıydı. Yaklaşık iki hafta önce Alpaslan'ın gülerek beni salmasını söylediği Sansar telaşla koşarak bir yere gidiyordu. Alpaslan'ın arabasını getirdiğinde, olan telaşesinin de o arabayı Alpaslan'a getirmek olduğunu anladım.

Alpaslan'ın hâlâ evden çıkmamış olmasına bir nebze olsa şaşırsam da bu günlük şaşırma kotamı hayli hayli doldurmuş bulunmaktaydım.

Alpaslan evden çıktığında elini havada savurarak Sansar'a -ki gerçek adı umarım bu değildir şayet oysa hangi anne baba çocuğuna Sansar adı katardı bu da başlı başına bir soru işaretiydi- arabayı boşaltmasını istedi. Ardından yanına gelen iki adam da telaşla bir şeyler dese de Alpaslan onları bir şeye ikna eder gibi konuşuyordu.

Pür dikkat tiyatro izler gibi onları izlediğimi, arabanın kapısını açan Alpaslan'ın gözleri, gözlerime değince anladım.

Hafif geri kaçarken gözlerimi ondan kurtaramadım ve o bana ısrarla baktığında akıntıda sürüklenircesine bakışına tutulmuş gibiydim. Öylece baktı yukarı, yanındaki hiç kimseden çekinmeden. Perdeyi kapatamadım. O ne yaptığını çok iyi biliyordu ama ben neden öyle mıhlanmış ona bakıyordum, hiçbir fikrim yoktu.

Sesli bir şekilde yutkunduğumda içimin birinin avuçlarında ezilir gibi yandığını hissettim. Boğazım kurudu ve sesli bir şekilde yutkundum ama bakmaya devam ettim. Dudaklarım kurudu, dudaklarımı yalamaktan hiç çekinmedim ve bakmaya devam ettim. Gözlerine hapsolmuştum.

Alpaslan'a olan nefretim perdeyi hızla çekip kapatmamı haykırdı ama bir şey beni tuttu ve ısrarla hatta cesaretle bariz bir şekilde tam gözlerimde ağırladım bakışlarını. Belki de sadece kocam diye. Cevabı sadece bu kadar yalın ve netti.

TOHUM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin