the targaryen | blood and cheese

En başından başla
                                    

Bir de yakın muhafızına sığınmıştı.

Criston Cole onu her şeyden korurdu, düşmanlarından ve bastırdığı tüm o bilinmemesi gereken duygularından.

Birbirlerine benziyorlardı. İkisinin de zamanında Mhyris'in ilgisini istemesi hakikat idi. Biri dostu, diğeri eşi olma hayalini kurmuştu ama Mhyris ikisini de kapının önünde bırakmıştı. Criston Cole bir gün Mhyris'i kastedip şımarık orospu dediğinde, elindeki kadeh dibi görmüş olan Alicent kahkahalarla ona hak verdiğini söylemişti. Ancak Kızıl Prenses'i eleştirmeye uygun olmayan hâllerini düşünmüyorlardı. Yatağında olmak yerine kapısında nöbet tutması gereken muhafızın sözü ise sadece bir anlık sarhoşluktandı. Günahları, kapı dışında bilinmediği sürece geçersizdi. Burnu, bir kralın hasta kokusu yerine bir şövalyenin çelik kokusunu tercih ettiği için Alicent işlediği günaha dört elle sarılıyordu. Ama kabul etmez ve Rhaenyra gibi görmezdi kendini. Ona göre mutluluğu hak ediyordu, Criston da ona hak ettiği mutluluğu veriyordu ve gizli kaldığı sürece bir günahkârın çamurunu üstlenmezdi. Bu kraliçenin ahlâkı, muhafızı Criston'un bebeğine hamile kaldığında, Otto hariç kimse tarafından bilinmediği için hiç zarar görmemişti.

Yeşil kraliçe, bir piç doğurmuştu.

Ve onu herkesten saklamıştı.

Lakin önünde duran mektuptaki kısa ama ciddi tehdit, doğurduğu günden beridir yüzünü görmediği ve bir kere olsun sarılabilmek için hayatını verip ölümü seçeceği gayrı meşru oğlu için bitmeyen özlemini günahkâr ilan edip elini kolunu bağlamıştı. Bryndon, hiç var olmaması gereken bir çocuktu ve kaçırıldığını öğrendiği gün, Alicent'ın gizli yas sebebi olmuştu. Piç oğlunun öldüğünü sanmış, neye benzediğinden bile habersiz olduğu için kendisinden nefret etmişti. İtiraf edemiyordu ama Viserys'den doğan çocukları, rahmini terk ederek kollarına düştüğü anlarda Alicent genelde korkmuş ya da bıkmış bir yorgunlukla onlara bakardı. Fakat Criston'dan doğan oğlu gerçekti, aşkla ve günah olsa bile isteyerek yaptığı ilk bebeğiydi. Onu kollarına verdiklerine bile inanamamış, ilk kez bir bebeğine uzun uzun bakmıştı.

Onu büyütebilmiş olmayı çok isterdi.

Bryndon'a annelik etmekten mahrum kaldığı her gün için kendinden nefret etmişti. Ve bazı şeyleri anlamıştı. Ama bu anladıkları onu iyi değil daha çok kötü yönde etkilemişti. Eleştirdiği ve kuyusunu kazdığı üvey kızı Rhaenyra, doğurduğu gayrı meşru çocuklardan neden bir gün bile utanmamış, epey iyi anlamıştı. Eğer babası, Bryndon'u zorla ondan alıp septalara vermemiş olsaydı Alicent esmer bebeğinden asla ayrılmazdı. Kokusu bile burnundaydı. Bazen yalnız başına oturur ve oğlunu düşünürdü; büyümüş müydü? Hayata devam edebilme şansı bulduysa hangi şartlardaydı? Üzgün müydü? Veya tek başına? Birileri onu seviyor muydu?

Kraliçe Alicent bunlarla zihninde bir kuyu açmıştı. O kuyuyu korkunç bir takım düşüncelerle doldurmuş, içine özlemiyle genç yönünü bırakmıştı ve sonunda kendisini karanlık boşluktan aşağıya bırakmıştı. Artık o Alicent ya da kraliçe değildi içinde. Zavallıydı.

Kaybolmuş bir ruhtu.

O güzel oğlanı geri istiyordu. Ama bir kukla olarak, Alicent istediklerini asla alamayacaktı. Asla! Ne bir daha leydi olabilecekti, ne de masum. Rhaenyra onu asla affetmeyecekti. Viserys'in ölü gözleri onu rahat bırakmayacaktı. Bir kâbus olan Mhyris ondan sevdiklerini alacak ve Alicent'ın ellerine geri kalan parçalarını zevkle dökecekti.

Peki kim haklıydı? Onlar mı yoksa Alicent mı? Ya da masumiyet artık yitip gitmiş bir değer miydi acaba? Muhtemelen cevabı sadece tanrılar biliyordu ve onların pek konuşkan olmadığı ortadaydı.

Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin