*MELEZ CADI2*

7.8K 582 45
                                    



Yere damlayan su tanecikleri bütün ortamın havasını bozuyordu. Joseph, ben ve Rook'a kitlenmiş vaziyette kapıda dikiliyordu. Amacını bilmiyordum. Sinirli bakışları bizim üzerimizden ayrılmıyordu. Ortamın sessizliğini bozmak için yalandan öksürdüm.

"Bu kadar yarım akıllı olabileceğini düşünmezdim, Rook." Joseph'in kendini beğenmiş ses tonu Rook'un gerilmesini sağlamıştı.

"Bende bu kadar iki yüzlü olabileceğini düşünmezdim. Sanırım birbirimizi şaşırtmaya bayılıyoruz." Dediğinde Joseph'in yüz rengi birden daha koyu tonlara terfi etti. Bu ikili birbirlerini daha önce tanıyor gibiydi. Ya da bana öyle hissettiriyorlardı.

"Ne işin var burada?" Joseph'e sorduğum soru karşısında ilgiyi kendi üzerime çekebildim. "Neona, seni çağırıyor." Kalbim şiddetini arttırdığı saniyelerde, Rook'un eline yapıştım. Bu hareketimde ikisi de şaşırmıştı. Rook'tan güven alıyordum, uzun ince parmakları da benim elimi sarmıştı. Ve kalbim o saniye inanılmaz bir ateşe düştü. Ama bu korkudan, öfkeden ya da kötü bir şeyden değildi. Bu Rook'a duyduğum güvendendi. Ayrıca bu güvenin, sevgiye dönmesi muhtemeldi. Onun beni öpmesi, ihtiyacım olduğunda yanımda olması. O varken, burası daha çekilir olabilirdi.

"Benimle gelir misin?" Diye sordum Rook'un gözlerinin içine bakarak. Gözlerinde hiç bir tereddüt olmadan onayladı. Oysa ki, şu an bu sarayda bir kaçaktı. Neona anında ona tekmeyi basabilirdi. Ama o, beni yalnız bırakmayacaktı. İçimde yeşeren o cesaretle, Joseph'e döndüm. Bakışları anlam veremediğim derecede boğuktu. Sanki, bir şey onu rahatsız etmiş gibiydi.

"Gidelim."

Joseph'in arkasından kuyruk gibi ilerlemeye başladık. Bu görüş bana çok yakındı. Kuyruk olmak. Joseph'le geçirdiğim vakitten hatırladığım şeylerden biriydi. Sürekli arkasındaydım.

Bembeyaz duvarlara işlenmiş altın rengi desenleriyle, ejderha portreleriyle ürkütücü olan bir koridorda geçiyorduk. İkiye ayrılan yoldan sol taraftakinden ilerlemeye devam ettik. Bu süreçte elim hala Rook'un avuçlarındaydı. Parmaklarını benim parmaklarıma geçirdiğinde tohumunu ektiğim ve başı görünen cesaretime biraz daha su serpmişti.

Kocaman bir salona giriş yaptık. Daha önce burayı görmemiştim. Etrafta, her şey altındandı. Tavana baktığımda altın kaplama, aynalı olduğunu gördüm. Gözlerimi tavandan indirerek zemine baktığımda oranın gümüş olduğunu fark ettim. Duvarlarda beyaz tuğlalar vardı. Her tuğlanın çevresi altınlarla kaplıydı. Bazı sütunların üzerlerinde ejderha bibloları vardı. Ağızlarından çıkan ateş ise altındandı.

Neona kafasına altınlarla bozmuştu.

Buranın havası gücüme daha da güç kattığı süreçte karşımda kocaman bir taht gördüm. Yutkunarak Rook'un eline biraz daha asıldım. Benim gergin tavrıma karşı o oldukça rahattı. Sanki burası babasına ait bir ev gibiydi. Soluk asker yeşili tişörtü Rook'un buraya ait olmadığını vurguladığı süreçte, görünüşü tamamen bu saraya aitti. Bakışları, duruşu, konuşması.

Rook'ta kendini buraya ait hissediyordu.

Tahtın arkasından o beyaza yakın sarı saçlarıyla, kendinden emin duruşu ve zarafetiyle Neona çıktı. İlk önce bana bakarak gülümsediğinde gözleri bir kaç saniyeliğine kenetli ellerimize indi. Kaşları çatıldığında biraz daha gerimizde duran Joseph'e baktı. Sanki, onun tepkisini ölçüyor gibiydi.

Neona, yalandan bir öksürük sesi çıkardı. Ona olan öfkem filizlenmeye başladığı müddette aheste aheste tahtına oturdu. Çıt çıkmıyordu.

Melez CADIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin