56

535 52 1
                                    

30 Temmuz, 05:48

"nerede kaldın oğlum ya? geç kalacağız." cem, arabaya biner binmez gülmeye başladı. normal şartlarda bu saatte hayatta uykusundan kalkmazdı. ama onu çağıran fatih'ti, gitmek zorundaydı.

"anneme yakalandım, namaza kalkmış. bir dolaşıp geleceğim, dedim."

"iyi dedin. gel bakayım, bir öpeyim seni." fatih cem'i kendisine çekti ve yanağından kocaman bir öpücük alıp seslice "oh!" dedi.

"nereye geç kalıyoruz, anlamadım." fatih arabayı sürmeye başladı.

"güneşe."

kısa bir yolculuk sonrası deniz kenarında bir parka geldiler. cem arabadan indi, koşarak kendini çimenlere attı.

"gün doğumunu hiç izlememiştim." sırt üstü yatıp alaca gökyüzüne baktığında fatih de gelip yanına oturmuştu.

"ne istersen göstereceğim sana. her şeyi yaşatacağım, gör bak." cem fatih'e baktı, sonra kalkıp yüzünden tutarak dudaklarını öptü. bu saatte, bu tenha yerde biri onları görüyorsa da umurunda değildi.

koştu, ilerideki ağacı gözüne kestirmişti. fatih de peşinden gidiyordu. cem ağaca tırmandıkça onu izledi.

"keşke meyve ağacı olsaydı. senin için toplardım."

"bırak meyveyi. dikkat et de düşme."

"düşmem!" daha da yükseğe çıkmak istiyordu. yukarı ilerledikçe kendini boşluğa bırakma hissi doğuyordu içine ama dönüp fatih'e baktığında bunu yatıştırabiliyordu.

"güneşi buradan daha rahat görüyorum. çok güzel!" fatih ağacın tam dibindeydi. elleri cebinde, dalların arasında oturan cem'i izliyordu. ömründe bu kadar çaresiz hissettiği bir an olmamıştı. cem ile ölesiye mutluydu ama bu mutluluk yalnızca göstermelikti. nasıl halledeceğini, çözeceğini kestiremiyordu. onu bırakmak söz konusu bile değildi ama elini nasıl tutacağını bilmiyordu.

cem indikten sonra ince bir yağmur başladı, arabanın arka koltuğuna oturup yağmuru dinlemeye koyuldular.

"artık sorabilir miyim?" dedi, fatih. cem biraz kıpırdandı. neyi kast ettiğini biliyordu.

"nasıl geçti? doktoru beğendin mi?"

"iyi birine benziyor." dedi, cem. elleri arasındaki elleri izlemeye ve konuşmaya devam etti. "beni çok sıkmadı. ilk seans diye belki, bilmiyorum. rahatsız olmadım yani. öyle havadan sudan konuştuk daha çok. beni tanımak istiyormuş." oturduğu yerde dikleşti ve fatih'e baktı.

"sevgilim var, dedim. seni de anlattım." fatih cem'in elini daha da sıkı tuttu.

"senin bana nasıl iyi geldiğini söyledim. beni ne kadar mutlu ettiğini, nasıl sevdiğini, nasıl ilgilendiğini... senin erkek olduğunu da anladı." bunu deyince fatih'in kalbi çarptı. bunun korku değil heyecan olduğunu biliyordu.

"bir şey dedi mi?" başını iki yana salladı cem.

"yok, demedi. çok güzel konuştu hatta." cem bunları öyle anlatıyordu ki yüzünde güller açıyordu. çok mutlu gözüküyordu ve bu hali fatih için dünyalara bedeldi. kollarını fatih'in boynuna sardı.

"seni tüm dünyaya anlatabilsem keşke." fatih de beline sarıldı hemen. bir şey demedi, küçük bir öpücük kondurdu dudaklarına ve omzuna doğru yattı. o an cem'in telefonu çaldı.

"alo? efendim anne? yok, mahalledeyim. yat sen, gelirim birazdan. tamam tamam." telefonu kapattığı gibi fatih cem'i kucağına çekti. cem bacaklarını koltuğa doğru uzatıp fatih'e daha çok sarıldı. tekrar öptü onu.

"seni çok seviyorum lan. oğlum öyle böyle değil inan ki. çok seviyorum. biri böyle sevilir mi? seviyorum işte. " cem başını salladı. bilmediği bir şey değildi ve onu bu hayatta tutan tek gerçekti hatta. yüzünü sevdi, sakallarını okşadı ve tekrar öptü.

"senin bir gülüşün için yapmayacağım şey yok. sadece toparlamaya çalışıyorum. anla beni, nefesimsin oğlum. n'olur anla." cem tekrar öptü.

"anlıyorum. ben de seni çok seviyorum." bacağının birini yan tarafa atıp daha da yerleşti oturduğu kucağa. fatih'i öpmek, su içmek gibiydi onun için. ihtiyacı vardı.

cem oturduğu yerde biraz daha öne kayınca fatih mırıldandı. cem'in ona geçen söylediği şeyler geliyordu aklına sürekli. ondan iğreniyor değildi, böyle bir şeyi düşünmemişti bile. ellerini tişörtünün altına soktu, soğuk teninde gezdirdi parmaklarını. bu cem'in öyle hoşuna gitmişti ki haberi bile yoktu. omuzlarına kadar çıktı, sonra tekrar aynı yavaşlıkta kalçasına indi. elleri gezindikçe cem büyüleniyordu sanki. fatih geri çekilip cem'in boynunu öptü. öptüğü yerde oyalanıp durdu.

"hiç mi arzulamıyorsun beni?" cem, tam yanında duran kulağa fısıldayınca fatih belinden tutup daha da çekti kendisine.

"deliriyorum." dedi, tekrar dudaklarına çıkınca. cem anlamadan fazla hareket ediyordu kucağında. yerinde duramıyordu çünkü. biraz geri çekilip elini fatih'in kasığına indirdi. ondan gerçekten etkilenip etkilenmediğini öğrenmek istiyordu. eline vuran kabarıklık onu tatmin etmişti bile.

"istersen duralım." fatih'i zorlamak istemiyordu. çünkü hala aklında bir şey olur da benden soğur, beni bırakır düşünceleri vardı. öpüşünü yavaşlattı, yüzünü okşadı.

"durmak mı istiyorsun?"

"sen istiyor musun?" fatih önündeki gözlere baktı. yağmur çoktan durmuştu ama cem'in gözleri nemli nemliydi.

"ben sadece seni istiyorum. sen ne istersen onu istiyorum." öptü ve olduğu yerde konuşmaya devam etti. "sen benden ne istersen onu vermeye hazırım. tüm doğrum yanlışım senin olsun, eyvallah der geçerim. bana en fazla bu kadar uzak ol istiyorum, cem." tekrar öptü ve başını göğsüne gömdü.

"yaşamanı istiyorum." cem ağlamak istedi ama yapamadı. vücudu istediği gibi tepki vermiyordu artık. sıkıca sarıldı fatih'e, saçlarını öptü. gökyüzü çoktan aydınlanmıştı. ama onlar için bir şeyler hala karanlıktı.

ellerin, bir kibrit aleviWhere stories live. Discover now