Yapının tarihçesini de araştırdı fakat hiçbir şey öğrenemedi. Hiçbir süvari kendi devrinden öncesini bilmiyordu. Uysal'ın görüp tanıyabildiği süvariler arasında en eskisi on yıllıktı. O da gençliğinde onu eğiten birçok tecrübeli süvari olduğunu fakat onları bir daha göremediğini söylemişti. Çaylak süvarinin zihnine cevapsız sorular bırakmıştı.

"Peki şu an neredeler?"

"Bilmem ki... Belki de emekli olmuşlardır."

"İsimlerini, yüzlerini hatırlıyor musunuz?"

"Hayır. Bu bilgiler gereksizdir. Bize değişebilen yüzler, aldatıcı isimler değil teknik ve tecrübe gerekir."

"Belki ben de tecrübelerinden yararlanırım," dese de bir bilgi alamadı. Uysal bu "emekli" süvarileri de bulmayı kafasına yazdı.

Boran halalarından gelen mektubu okuduğunda yerinde duramamıştı. Evin içinde dolanıp durmuş, balkona çıkıp uzaklara bakıp düşünmüş, "Aslı bunları benim için mi yaptı," diye mırıldanıp durmuştu. Çocukluk fotoğraflarına uzun uzadıya bakmıştı.

Bir akşam televizyon açıkken ve zigon sehpada karışık kuruyemiş kaseleri dururken Boran da çekyatın kenarına eski bir kitap ve üzerine de boş kâğıt koymuş, cevap mektubu yazıyordu. O sırada aile fotoğrafına bakan Uysal "Bunlar kim?" diye sordu.

"Ben, annem, babam, kardeşim," dedi diğeri, kafasını kaldırmadan.

"Kardeş sahibi olmak ne güzel bir his ya," dedi. "Ben tek çocuğum, çok sıkıcı. Senin kardeşin var mıydı Emre?"

"Karışık." Emre de gözlerini televizyondan ayırmamıştı.

"Nasıl karışık ağabey? Var mı yok mu?"

"Baba bir anne farklı bir kardeşim var ama hiç birlikte yaşamadık," dedi polis, omzunu silkerek. "Sadece adını biliyorum. Yüzünü görsem tanımam. O da muhtemelen benim varlığımdan bile haberdar değil. Sırf aynı kanı taşıyoruz diye kardeş sayılır mıyız?"

"Bence," dedi dudağını büken Uysal. "Sayılırsınız, niye olmasın ki..."

Evin en yeni sakini soru sorulmadıkça söze karışmazdı. Uysal ona kardeşiyle anlaşıp anlaşmadığını sorunca sadece "Kayıp..." dedi.

Diğerinin yüzü utançtan kızardı. "Özür dilerim. Başın sağ olsun."

"Öldü demedim," dedi Boran. Bakışları uzağa daldı. "Kayıp."

"Nasıl kayıp?" dedi koltuğun öte yanında olduğu için göz teması kurabilmek için hafifçe eğilen Emre.

"Öyle işte." 

Odada bir an için televizyonun gürültüsü hariç hiçbir ses duyulmadı.

Emre, Uysal'a dönüp Bosna Savaşı'nda kaybolan birçok insan olduğunu anlattı. "Bizden adam olmaz, var ya. Fütursuzca yarasını deştik."

"Yok ya," dedi mavi gözlü adam. İfadesiz yüzünde herhangi bir değişim olmamıştı. "Annem savaşta kaybolmadı. Bizimkiler ben küçükken boşandılar, annemin ailesi de annem ve o zamanlar bebek olan kardeşimin bizimle bağlantısını kesti. Bu kadar."

Uysal dehşet içinde "Nasıl bir acımasızlık?" dedi.

"Annene laf ediyor gibi olacağım, kusura bakma da..." dedi Emre, kafası önde. "Bir anne ne olursa olsun çocuğuyla görüşür ya."

"Bence imkânı olmamıştır. Hemen başkasıyla evlendirmişlerdir," dedi Uysal. "Sonuçta birkaç yıl öncesine kadar cahil kesimlerde kadın doğurma ve ev işi makinesiydi."

Avarya OyunlarıWhere stories live. Discover now