Çıkmış yolun sonu bana, korurum seni.

121 29 15
                                    

Düşünüyordum. Nerede kalacaktım? Seul'un kışı sert geçerdi...önceleri de burada kalsam da eskisinden daha çok hasar almış bir yerde yaşıyordum. Tek gözlü bu oda, penceresinden rüzgar sızdırıyordu. Bu nedenle burada kalmak istiyordum. İşime yakın bir yerde yaşasam ne olurdu ki? Param da birikmişti. Araştıracaktım bunu. Yolda yavaşça yürüyordum. Önümdeki çanta dizlerime çarpıyordu. Gözüm ise geçtiğim dükkanlarda idi. Beğendiğim bir şey var mı diye bakıyordum işte... Sonra onu gördüm. Saçları ışık gibi parlayan, teni ay kadar beyaz binbaşının kızını.. durdum birden kızı izlemeye başladım neden yaptım bilmiyorum, geçtim köşeye. Az ileride durmuş takılara bakan kızı ve yanındaki kadına bakıyordum. Kadın beni pek ilgilendirmiyordu. Tüm ilgim kızdaydı . Daha iki gün önce öğretmenin evinden çıkarken gördüğüm kız... pek güzeldi inkar edemem. Takıları kulağına, boynuna yaklaştırıyor aynadan bakıyor, gülümsüyordu anlaşılan seviyordu takıları. Sonra bir bilekliği aldı ve koluna taktı. Heyecanla bir şeyler dedi kadına. En sonunda satıcıya parasını verdi. Gülümsedim yoluma devam ettim. Eh be Seokjin! Güzeller güzeli binbaşının kızıydı o. İstediğini alır, istediği ile olurdu. Öğretmene de pek yakışırdı. Sahi öğretmenin gönlü var mıydı kızda? Kafam eğik yürümeye devam ediyordum. Mesela ne arıyordu onun evinde? Pek meraklı olmuştum! Ama ne yapayım? Öğretmeni düşünüyordum istemsizce...

Gerçi öğretmenin evlilik yaşı da vardı. İstese evlenirdi değil mi? Ben istesem olur muydu? Beni isteyen olur muydu? Beni hiç gören olmamıştı ki, ne güzelliğim vardı ne de al beni diyen bir fiziğim, sesim... kimse görmemiştir beni kendisiyle yakın. O yüzden onları kendimle kıyaslamak bile hataydı. Baya yürüdüm, Bay Woo'nun dükkanına varana kadar. Bir sigara yakmış geleni geçeni izliyordu. Eh, kalabalık olmuyordu pek.

"Gelmişsin." Dedi bakarak. Kafamı salladım.

"Dağıttım gazeteleri." Süzdü beni.

"Mektup veren olmadı mı?"

"Yok, olmadı." Kapanan bulutlara doğru baktı. Bir grilik geldi gökyüzüne.

"Yağmur yağacak anlaşılan. Sonbahar geliyor. "

"Soğuk olmaya başladı zaten." Dedim gökyüzüne bakarken. Güneş kaybolmuştu, yerini gri bulutlar aldı.

"Eh, sobayı kurarız, ısınır dükkan." Dedi birden. Sonra aklıma geldi, burada kalsam ne olurdu ki? Odun parası verirdim, rahat olurdu. İşime gelmeye de gerek kalmazdı. Bunu söyleyecektim.

"Çok iyi fikir amca." Dedim gülerek.

"Hadi içeri girelim." Demiştim ki içeri girerken aceleyle yürüyen bir grup gördüm. Koreliydi bunlar, alışveriş yapardık hepsiyle.

"Nereye gidiyor yahu bunlar?" Woo amca da görmüştü onları.

"Bir yere mi yetişmeye çalışıyorlar acaba?" Dedim bakarken.

"Ya! Mingi!" Diyerek bağırdı gruba doğru. Genç delikanlı baktı bize. Selam verdi, nefes nefese görünüyordu.

"Nereye bu aceleniz! Ne oldu?" Çocuk kaşlarını çatarak baktı.

"Limana."

"Hayrola?" Dedi Woo amca. Ben de merak ettim doğrusu.

"İki kişiyi asmışlar, teki Koreli. Ona bakmaya gidiyoruz." Birden hüzün çöktü üzerime.

"Neden asmışlar?" Mingi etrafa baktı. Tek tük asker vardı. Arkadaşları gitmiş, o bize anlatmak için yanımıza gelmişti.

"Asılanın diğeri japonmuş. Meğer koreliyle arasında bir sevda varmış. Gerçi sapıklık diyorlar ya! Teğmen duymuş dün gece, bu sabahın şafağında ikisini de asmış..." Bay Woo diyecek bir şey bulamazken aklıma birden mektup verdiğim kişi geldi. Hani o fırında bekleyen, gözü dönen çocuk ..o olmasın!

Jolie Laide Taejin/ Vjin Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ