Bir yabancısın sen

88 25 16
                                    

Hayatın acımasızlığını annemi ve babamı kaybettiğimde daha iyi anlamıştım. O yüksek zirveden yere çakılan birisiydim. Ancak her şeye rağmen pes etmeyen birisiydim de. Annemle gittiği yere kadar devam ettik. Ancak sonrası gelmedi...o da beni terk etti. Tek başıma öğrendim ayakta durmayı, geçinmeyi.
Babam askerdi. Yüksek rütbeli bir asker. Japonlar topraklarımızı işgale geldiğinde, ben bebekken gitmiş bir daha gelmemişti. Sadece annemin anlattığı kadarıyla biliyordum. Sonra öldüğünü söyleyen birileri gelmişti askeriyeden. Annemin ne kadar çok ağladığını hatırlıyordum. Bana bakmak için çalışmıştı. Zavallı anneciğimi kısa süre önce kaybetmiştim. Güçlü kadınım beni terk etmişti...o gidince hayatın ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha anladım. Ayakta durmaya başladım. Yaşamak istiyordum ben.
Tüm gazetelerimi dağıtmış işimi bitirmiştim. Meydanda, Bay Woo'nun dükkanı önünde oturuyordum. Onunla sohbet ediyorduk. Japon askerler ise köşe başlarında nöbet tutuyordu.

"Bir gün bunlardan kurtulacağız." Dedi sinirle.

"Umudunuz var mı amca?" Dedim gülerek.

"Elbette. Ben ölüp gitsem bile bunlar da gidecek. Burası yeniden Kore toprakları olacak."

Kafamı salladım. Bu sırada Jungkook ve Jimini gördüm. Hızlıca yürüyorlardı. Jungkook askerlere bakıp bir şeyler söylüyordu. Askerlere döndüm hemen. Ağzını okurlarsa küfür ettiklerini anlayabilirlerdi. Zira ben bile bu kadar uzaktan anladıysam onlar da anlardı. Jungkook beni fark etmiş bu tarafa doğru gelirken bir anda önleri kesildi. Askerleri görmemle ayağa kalktım. Bay Woo da bakıyordu. Ne konuştuklarını anlamıyordum. Bu yüzden yanlarına gittim.

"Ne dedin dedim sana." Adam öfkeyle Japonca konuşuyordu.

"Niye üstüne alınıyorsun? Sana mı dedim?" Jungkook başına bela alacaktı. Nefret ediyordu Japonlardan hele ki askerlerden daha da nefret ediyordu.

"Askerlere bakarak söyledin." 

"Benimle konuşuyordu. Yemin ederim sohbet ediyorduk." Jimin telaşla söylendi.

"Sen karışma." Dedi asker. Jungkooka döndü bakışları.

"Ne dediğini söylemezsen tutuklayacağım seni." Jungkook bir adım attı.

"Size herhangi bir ithamım olmadı. Beni suçsuz yere tutuklayamazsın."

"Bir gereği olmaya gerek yok." Dedi asker. Bu sırada araya girdim.

"Efendim lütfen uzatmayın. Bir kanıtınız yok. "

Adam beni süzdü.

"Sen niye karışıyorsun gazeteci!" Diyerek azarladı beni. Alınmadım. Kırılacak birisi de değilim. Bir savaşın ortasında duyduğum kötü sözler sadece travma olarak kalabalirdi, şu an canımı yakmazdı. Canımı yakacak daha kötü  şeyler görmüş yaşamıştım.

"Karargahtan sorumlu Yüzbaşı Kim Namjoon değil mi?" Diye sordum ona.

"Öyleyse ne olmuş?" Dedi bana küstah
bir şekilde. Ona yumruk atmak istiyordum.

"Yüzbaşının böylesi bir konuyla başını ağrıtman zararına olur asker. Bilmem ne kadar tanıyorsun  ancak ben zamanını küçük şeyler için çalan askerleri cepheye sürdüğüne şahit olan mektupları taşıdım."

Cephe kelimesini duyar duymaz yüzünde bir korku geçti. Herkes asıl savaşın cephede olduğunu biliyordu çünkü. Kuzey tarafı hala direniyordu.
Beni itti, yere düştüm. Kalçam ve ellerim acıdı. Asker Jungkooka döndü.

"Bir daha görürsem affetmem. Kendim hallederim seni." Diyerek uzaklaştı oradan. Onlar gidince Jimin tutup kaldırdı beni.

"Niye karışıyorsun sen? Biz hallederdik." Dedi Jimin kızarak.

Jolie Laide Taejin/ Vjin Où les histoires vivent. Découvrez maintenant