Güzel olan ruhudur insanın

117 25 4
                                    

Düştüğüm bu hayat serüveninde tek başımaydım aslında. Gecenin sonunda yalnız kalıyordum. Sanki gündüz birlikte olduğum Bay Woo, Jimin, Jungkook,Hoseok bir hayalden ibaretti ve ben gece olduğunda yalnız kalan birisiydim. Onları ailem yerine koymak zor oluyordu, ancak yine de yakındım. Ama herkesin evi gibi hissettiği biri olur ya... Benim evim yoktu galiba. Sokak çocuğu gibi ortada kalmışım gibi hissederdim bazen. Çünkü ne yazık ki bir kelimeye o kadar uzaktım ki, bunun nasıl bir şey olduğunu dahi bilmiyordum.. Sevgi idi bu.. Anne ve baba sevgisi görememiştim doğru düzgün. Haberim de yok böyle bir şeyden. Hani yere düştüğünds bir çocuk, anne diye ağlardı ya? Onu yaşamayı bile özledim. Çünkü küçükken sahip olduğum şeyler artık yoktu.

Bay Woo'yu gördüm uzaktan. Geldiğim dükkana baktım. Burası benim kaderimdi sanırım.

"Günaydın Woo amca."

"Günaydın." Dedi yılların verdiği yorgun sesiyle. Kahvaltımı etmek üzere içeri geçtim.

"Çay ister misin?" Diye sordum.

"Doldur bir bardak, hayır demem."  Ona da uzattım bir bardak. Konuşarak kahvaltı ettim. Diğer esnaflardan bahsediyordu, askerlerden, memleketin halinden işte. Sonra bir asker geldi dükkana.

"Gazeteci, mektup var." Dedi şaşırmıştım. Sabahın bu saatinde ne işi vardı?

"Ne mektubu bu?" Diye ayağa kalktım.

"Binbaşına götürmen gerekiyor."

"Bunu neden bir asker yapmıyor, önemliyse?"

"Çünkü bu senin görevin? " diyerek güldü. Doğru, ayakçı olarak gördükleri için böyle görevlere zahmet bile etmezlerdi.

"Nerede mektup?" Dedim. Paraya ihtiyacım vardı. Yeni bir odaya geçmem lazımdı. Kış geliyordu, odam soğuk alıyordu.

"Al, işte. Götür çabuk." Elime tutuşturdu. Bay Wooya selam verip çıktım. Hızlıca yürüyordum. Ne yazıyordu acaba bu kez? Geldiğimde kapının önündeki askerler yolumu kesti.

"Mektup var." Dedim. Çekildiler. Eh, başka neden burada olacaktım? Geçtim bahçenin içinden ve kapıya ulaştım. Ardından tıklattım iki kez. Ancak açılmadı kapı.  Biraz bekledim tekrar vurdum, sertçe. Neyse ki kapı açıldı. Hizmetli açar sandım ancak yanıldım. Genç bir kız açmıştı. İlk kez görüyordum.

"Mektup getirdim." Dedim japonca.

"Ah, baba- binbaşı için mi?" Dedi gülümseyerek kafamı salladım. Güzel kızdı. Siyah saçları beline kadar geliyordu. Beyaz teni parlıyordu.

"Içeri gelin lütfen." Sanki beni bir japon gibi görüyordu! Ama üstüm başım o kadar özenli de değildi neydi bu nezaket?

"Kendisi salonda." Anlamıştım. Binbaşının kızıydı. Ancak daha önce görmemiştim? Gözlerden mi saklıyordu binbaşı kızını yoksa kızı mı uzaklarda hayat sürmeyi tercih ediyordu anlamadım. Onun arkasından izlerken dahi arada dönüp gülümsemesi garibime gidiyordu. Bir japon bana nasıl kibar davranırdı? Salona geldiğimizde önümden çekildi ki heybetli babasını gördüm, yine masa başında.

"Misafiriniz geldi efendim." Dedi narin çıkan sesiyle. Adam kafasını kaldırıp bana baktı.

"Misafir mi?" Diyerek güldü. Doğru ben kıytırık birisiydim. Lakin bu kız beni sanki bir japon gibi tanıtmıştı.

"Sen çıkabilirsin Aiko." Dedi binbaşı. Demek adı buydu kızın. Kafasını salladı bana çıkarken ve gitti. Binbaşına döndüm.

"Mektupları seninle göndermek beni telaşlandırıyor Seokjin." Demek adımı biliyordu.

Jolie Laide Taejin/ Vjin Where stories live. Discover now