the targaryen | witch of the forest

Start from the beginning
                                    

"Fazla bir şey dinlemedim." deyip annesinin ifadesindeki inanmayan ifadeyi gördüğünde hızlıca konuştu prens. "Ancak Visenya Targaryen'in tek bir ziyaretle Vadi'yi nasıl Fatih Aegon'un safına kattığını öğrendim ve anlatmaya başlarsam sıkılırsın. Akşam yemeğinde anlatayım mı?"

"Onu az önce ben anlatıyordum." dedi Helaena. Büyük kitap dizleri üzerinde açık duruyordu ve Arryn hanesi ile ilgili sayfadaydı.

Aemond gülümsedi. "Helaena daha erken davranmış işte, anne! Bana gerek kalmadı." dedi. "Gidip şehir muhafızlarını izleyeceğim. Akşam yemeğinde buluşuruz."

"Aemond!"

Annesinin peşinden bağırmasının pek bir önemi yoktu. Prens Aemond koşarak odadan çıkmıştı. Muhafıza onu yakalama fırsatı bile vermedi. Hızlı adımları, koridorda ilerleyen hizmetçilerin arasından geçerken oldukça çevikti. Bir yaverin şarap sürahisini az kalsın düşürmesine neden olmaktan son anda kurtuldu ve gümüş tepsiye çarpmamak için kafasını eğerek merdivenlere gitti. Söz konusu Daena olunca içindeki haylaz oğlan ortaya çıkıyordu. Bu kadar neşeli olmazdı genelde. Ama Daena'ya doğru koşarken ejderha sırtında gibi hissederdi. Tanrı gibi.

Henüz bir ejderhaya binememişti, bu konuda abisi Aegon'un alayları da çocuğun canını epey sıkıyordu. Daena ise neredeyse bir yıldır, en güzel ejderhalardan birinin sırtını mesken tutmuştu. Silverwing ile birlikte kaleye geri dönen Daena'yı gördüğü günü hatırlıyordu. Onun için çok mutlu olmuş, hayran kalıp kızın cesaretinde özgürlüğe denk gelmişti gözleriyle. Daena güzeldi. Aemond'a göre fazla güzeldi hatta. Cesur ve güçlüydü. Zeki, bazen de seytan olacak kadar yaramazdı ve Aemond'u düşündürüyordu daima.

Daena'ya layık olmalıydı.

Bir gün, ikisi de büyüyecekti.

Aemond o gün geldiğinde, Daena'ya yakışmak ve ona gökyüzünde eşlik etmek için ejderha binicisi olmak istiyordu. Buna mecburdu. Olmazsa ne yapardı? Ölene kadar ayağı yere basan bir Targaryen olarak kalmak demek, zavallı olmaktı. Aemond'un zavallı olmaya niyeti yoktu. Olursa yaşamak istemezdi.

Bu günlerde umutlanmış bir yanı vardı. Huysuzluğunu kenara itmiş, Daena ile gülmekten karnına ağrı girecek kadar çok sohbet ettikleri için bir süredir keyifsizliği unutup sineye çekmişti. Adımları kuş gibi hafifti bu yüzden. Bahçeye gitmişti. Ağaçların ardına saklanmış ve bir grup septanın onu fark etmemesi için sessiz olmaya özen göstermişti.

Daena oradaydı.

Yerde oturuyordu ve elinde tuttuğu sarı çiçeği göstererek ders anlatan septaya soru soruyordu.

Prens Aemond onu görür görmez gülümsemeye başlamıştı. Ağacın arkasında kalmaya özen gösterdi ve fırsat kollamaya başladı. Günü değerlendirmek istiyordu. Çünkü ilkbahar güneşi geniş bahçeye öyle güzel şekilde vuruyordu ki, Daena Targaryen'in gümüş saçlarını parıl parıl parlatıyordu. Aemond solgun yanağını ağacın gövdesine yasladı ve kızı izlemeye devam etti. Çiçek bahçesi arasında, Daena'nın onca güzel çiçekten bir farkı yoktu. Kız dersini dikkatle dinliyordu. Elleri toprakla kirlenmişti. Ne yararları olduklarını öğrendiği her çiçekten bir tane alarak çantasına koyuyor, hepsini itinayla kokluyordu. Yüzü gülerdi çiçekler gibi. Kılıç yokken elinde, Prenses Daena çok narindi. Prens Aemond'un aşık gözünden en azından.

Genç çocuğun kalbi çok ağrıyordu.

Sorduğu bir ozan şöyle demişti;

"Aşk derler adına,
kılıcı dayanır boynuna bir anda,
sorma hangi diyardan diye,
kabullen ve sun şükrünü tanrılara."

Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen Where stories live. Discover now