24. BÖLÜM

3.7K 216 18
                                    

Kanatsız bir kuş gibi savruluyordu yapraklar, denizi hırçınlaştıran rüzgarda. Yolunu kaybeden dalgalar çok sert çarpıyordu sahil kenarına. Gri gökyüzü çökmüştü denizin maviliğine. Yosun kokusu karışmıştı sonbahar kokan havaya. Ve yine sonbaharın griliğini süslemişti göçmen kuşlar. Yazın neşeli cıvıldaşmaları yoktu artık. Soğuk havanın sertleştirdiği sesleri çarpıyordu kulaklarıma. Her kanat çırpışlarında adım adım yaklaşıyordu kışın kasveti.

Şapkamın dışında kalan saçlarım savruluyordu bir yaprak gibi. Soğuk hava en derinime kadar işlemişti. Hafif sarsıntılarla titriyordum. Bakışlarım hırçın dalgalarda, gri gökyüzündeki göçmen kuşlarda, kasvetli havanın buğusunda geziniyordu. Neden orada olduğumu bilmediğim sonbahar esintili sahil kenarında, kollarımı birbirine dolamış kalın botlarımın üzerinde öylece bekliyordum. Etrafta rüzgardan kaynaklı sesler dışında hiç ses yoktu. Derin bir nefes çektim içime. Hava, tuhaf ama huzur kokuyordu.

Sert bir rüzgar bütün saçlarımı yüzümde topladı. Tıpkı denizin, dalgaları zapt edemediği gibi bende saçlarımla baş edemedim. Rüzgara karşı dönüp saçlarımı geriye savurdum. Yüzümde saçlarım yerine rüzgarı hissettiğimde gözlerim çoktan karşımdaki manzarayı seyre dalmıştı.

Siyah deri botlarının bağcıkları savruluyordu her adımında. Siyah dar kotu sarmıştı bacaklarını. Kaslarının şeklini alan siyah tişörtünü, rüzgarda savrulan deri ceketi gizleyemiyordu. Rüzgarın dağıttığı saçlarını elleriyle geriye doğru taradı. Kısık gözleri ve hafif çatık kaşları sert ifadesini vurguluyordu. Nefes kesiciydi, soluksuz bıraktı beni. Ve tam karşımda durdu.

Gözlerimi kırpmadan ona baktım. Aramızda bir adımdan daha kısa bir mesafe vardı. Bakışlarımı yüzünden ayıramıyordum. Yüz hatları ifadesizdi. Ama bakışları...

Koyu renk gözler çaresizlikle parlıyordu. İfadesiz yüzüne karşı büyük bir zıtlık oluşturuyordu. Yüzüne baktığında için buz gibi olurken bakışları içini eritiyordu.

Elini yavaşça yanağıma koydu. Dokunuşu öylesine sıcaktı ki soğuk havayı çoktan unutmuştum. "Özür dilerim." diye fısıldadı. Sesi üzgün ve yumuşak çıkmıştı. Canımı yakmaktan korkar gibi. İstemeden gözlerimi kapattım. Bu huzur vericiydi. Dokunuşu, sesi...

Sert bir gök gürültüsüyle açtım gözlerimi. Alaycı bir gülümseme bana bakıyordu. İnci sıfatını taktığım dişler iğrenmeme neden oldu. Aramızdaki kısacık mesafeyi kapatırken geri adım atamıyordum. Sanki bacaklarım kilitlenmişti. Korkuyordum. Eli belimi kavrarken çaresizce etrafa bakınıyordum. Karanlıktı. Kocaman, zifiri bir karanlık...

Yerimden sıçrayıp kalkarken beni bu denli korkutan sesin geldiği yöne baktım. Beyaz kapı sertçe çarpmış, yüreğimi hoplatan rüyadan beni kurtarmıştı. Rüyanın izleri beynimde canlanırken kalp ritmim dengesini kaybetmişti.

Gözlerimi kapatıp rüyanın korkutucu izlerinden kurtulduktan kısa süre sonra bana fazlasıyla yabancı olan odayı inceledim. Tek kapılı bir dolap, küçük bir masa ve etrafındaki birkaç sandalyeden oluşan; beyaz rengin ağırlıklı olduğu odadaki ilaç kokusu midemi bulandırdı. Yüzümü buruştururken elimi alnıma koydum. Başım dönüyordu ve hatırı sayılır rahatsızlıkta bir yataktaydım. Üstelik üzerimde en az oda kadar yabancı olan kıyafetler vardı. Sanırım kalbimin neden bir türlü doğru ritmini bir türlü bulamadığını şimdi anladım.

En son, gürültüsünün hala beynimde yankılandığı barda olduğumu hatırlıyorum. Arayla içtiğimizi. Sonra dansa kalkmış olmalıyız. Aray'ın gözlerinin kahveliğini hatırlıyorum. Daha sonra...

Gözlerim öyle çok büyüdü ki yuvalarından çıkmamak için direniyorlardı sanki. Zaman durmuş gibiydi. Olanları hatırladıkça kalbim gizli bir el tarafından sıkılıyormuş gibi hissettim. Yaşadığım anın her saniyesi tek tek canlandı beynimde. Yalvarışlarım, çığlıklarım, gözyaşlarım; Aray'ın o iğrenç gülüşü, bedeninin ağırlığı...

KOMŞUNUN OĞLUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin