4. Bölüm | İkilem

48 12 60
                                    

Zordu. Onunla tekrar beraber olmakta, onunla imkansız olmakta zordu. Dün karşımdaki o çaresizliği kalbimi paramparça etmişti. Onu o halde bırakmak bana göre değildi. Ben buydum işte. Bana ne kadar kötülük yapılmış olsada insanları sarmak, onları iyileştirmek istiyordum.

Sahi ben bu hayatta herkese yara bandı olmuşken bir kendime olamamıştım. Hep en çok acıyı ben çekmiş ve çekmeyede devam edecektim. Bunu bana dün o söylemişti. Doğru söylüyordu. Bu konuda haklıydı. Canım daha çok yanacaktı. Bir labirentin içine düşmüştüm ve yolu bulmaya çalışıyordum. Anlamadığım çok şey vardı.

Evet kardeşimin onunla evli olduğunu ve bir çocuğu olduğunu öğrenmem zor olmamıştı. Fakat çözemediğim nokta şuydu. Kardeşim neden onun için bu kadar acı çektiğimi bilirken karşıma bir kez bile çıkmamıştı. Kırgındım ona. Bir yeğenim olduğunu bile birkaç gün önce öğrenmiştim. Fakat aklımı kurcalayan bir nokta vardı. O çocuğun babası kimdi?

Miraç olmadığını biliyordum. Fakat kim olduğunu hala bulamamıştım. Bunu bana Elva itiraf edecekti. Zaten karşılaşmamıza ne kalmıştı ki. Nerede kaldığına kadar her şeyi öğrenmiştim. Onunla yüzleşmek için hiçbir engel yoktu. Fakat hala buna hazır değildim.

Uyandığımda bir süre yatağımdan çıkmamıştım. Öylece düşünüp duruyordum. Mutfaktan bitmek bilmeyen sesler geliyordu. Demirel yemek hazırlıyordu sanırım. Fakat yemek yiyeceğimi sanmıyordum. Dün bana ihtiyacı olduğu için sesimi çıkarmamıştım. Oysa benim ona ihtiyacım olduğu anlarda o hep yoktu. Böyle bir adaletsizliğin içine düşmüştüm işte.

Yataktan çıkıp üniformamı giydim. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapıp salona girdim. Masada çeşit çeşit yemek vardı. Kim bilir kaç saattir mutfaktaydı. Mutfağa girmeyi tercih etmemiştim. Kesin harabeye dönmüştü ortalık. Masaya bakmayı sürdürürken onun sesini duydum.

"Uyanabildik sonunda." Demişti hafif tebessüm ederek. Oysa tam bir saattir öylece yatakta uzanıp tavanı izliyordum. Uyku düzenim son bir haftada çekilmez bir hal almıştı. Uzun uzun yüzüne bakmıştım. Kehribar rengi gözleri dün gece ne kadar soluksa bugün tam tersi o kadar canlıydı. Baktıkça bakası geliyordu insanın. Sarı ile kumral arasında gidip gelen saçları ise dağınıktı. Ona karizmatik bir hava katıyordu. O çok başkaydı. Çoğu kızın hayalindeki erkek modeli gibiydi. Sonunda konuşmaya karar verdiğimde.

"Ben çıkıyorum işim var. Sana afiyet olsun." demiştim. Yüzündeki hayal kırıklığı kötü hissetmeme neden olmuştu.

"O kadar uğraştım. Bari iki lokma bir şey yiyip git." ona kızgındım. Aramızda hiçbir şey olmamış gibi davranması canımı sıkıyordu. Net bir ifadeyle;

"Dün burada kalmana izin verdim diye bir şeylerin düzeldiğini sanma. Zaten ortada düzelecek bir şey  de yok. Sana afiyet olsun." Demiştim.

Kapıya yöneldiğim sırada kolumdan tutmuştu.
"Bu kadar zor olma be güzel gözlüm. Biliyorum hatalıydım fakat." Sözünü kesmiştim.

"Fakat hala yanacak canım kalmamışken. Canımı yakacaksınız. Uzak dur benden Miraç. İyi gelmiyorsun. Sadece geçmişte hayatımda bulunmuş bir hatasın. Fazlası değil." Bu sözlerimden sonra elimi tutan eli gevşemişti. Tamamen bıraktığında konuşmaya başladı.

"Hata mı?" Neyi anlayamamıştı bilmiyordum. Hayatımı mahveden o değildi sanki.

"Hiçbir şeyin suçlusu sen değilmişsin gibi davranma Miraç. Seni iyi tanıyorum. Bir şeyi yapmak istemesen kimse sana yaptıramaz. Kendi tercihim değildi deme bana. Kardeşimi koruduğun için minnettarım sana ama."

"Ama?"

"Ama hayatımda artık seni istemiyorum. Zorlama işte."

Anlıyormuş gibi kafasını sallamıştı. O da farkındaydı. Bizim için bir yol kalmamıştı. Sözlerim kırıcıydı. Ama kimseye hak etmediği bir şey söylemiyordum ki ben.

KargaşaWhere stories live. Discover now