7. Ölüm Meleği.

136 10 10
                                    

Bölüm şarkısı; Miley Cyrus- Wonder Woman.

Silversun Pickups-Little Lover's so polite.

4 Non Blondes-What's Up?

***

Annemin, tekerlekli sandalyeye bağlı konuşmaktan aciz bir kadın olmadan önceki zamanını düşününce aklıma bir tek ağzımda az pişmiş, yağsız ve ketçaplı bir makarna geliyordu. Bir de annemin mutluluktan yoksun, soluk gözleri...

Eski evimizde, buraya taşınmadan önceki evimizin mutfağında pencere yoktu, bunu her zaman biraz depresif bulurdum çünkü günışığı eşliğinde bir şeyler pişirmek her zaman daha harika bir seçenek gibi geliyordu kulağa. Fakat bu her şeyden önce bir seçenek değildi, babamı toprağa gömdükten sonra onunla beraber yaşadığımız apartman dairesinden ayrılıp buraya alelacele taşınmak zorunda kalmıştık.

Annem, her şeyin yepyeni ve taze olmasını istemişti. Babamdan geriye bir eşya bile bırakmamıştı bana onu hatırlatacak bir fotoğraf, onun okuduğu bir kitap... Sanki babam hiç var olmamış gibi arkasında bırakmıştı onu ki bunu da her zaman depresif bulmuştum.

Annem güçlü durmak için mi öyle yapmıştı yoksa bunu yapmak için bir sebebi var mıydı hatırlayamıyordum. Ancak ne yaparsak yapalım, geçmişimizden bu kadar kolay kaçabileceğimize inanmıyordum.

Sonuçta ben, annemin olduğu kadar babamın da kızıydım ve o benden kaçamamıştı, değil mi?

Gerçi söz konusu kaçmaya gelince annemin en iyi alanı olduğunu kimse iddia edemezdi bence.

"Uyan, bebeğim."

İlk kaçma girişimimizin ardından, annem merdivenlerden kazara(!) düşse ve kafasını yarsa da, sonsuza kadar kapalı tutulacağı bu kafesten her şekilde kaçmayı deneyecekti. Biliyordum.

Fazla konuşmadan, toparlandık. Her şey yeniden yedi yaş gibi hissettiriyordu, deja vu hissini ve ayrıca bunun dördüncü kaçma girişimimiz olmasını da araya sıkıştırarak göz ardı ettim.

Hayır, edemedim.

"Bu kez başarabilecek miyiz sence?"

On bir yaşındaki bir kızın sahip olması gereken bir odaya sahip olabilirdim. Ancak inancım sayesinde ne on bir gibi hissediyordum ne de hastalıklı bir şekilde her yerine çiçekler kondurulmuş bu odayı seviyordum.

"Tolstoy ne demiş biliyor musun?" dedi annem, kırık koluna rağmen eşyalarımı bana atıyor ve ben de sırt çantama gelişigüzel tıkıyordum.

"Ne demiş?"

"İnanmak, yaşamanın gücüdür."

Gözlerimiz birbiriyle birleştiğinde, parıldayan göz pınarlarına gülümsedim. İnanmalıydım. Ona inanmalı ve güvenmeliydim.

Odadan çıkmadan önce son bir kez bile bakmadım ardıma çünkü Tanrı biliyor ya; istemediğim pembe cibinlikli yatak, istemediğim pembe çalışma masası ve asla istemediğim çiçekli duvar kağıtları bana ait değildi.

Bu evdeki hiçbir şey benim eserim değildi, dolayısıyla bu evdeki şiddet ve gürültü için ne suçluluk ne de üzüntü hissediyordum. Yalnızca bu lanet olası evden kaçmak, gitmek istiyordum. Bunun için içimde inanılmaz bir dürtü vardı.

Annemle her zamanki gibi önceki kaçma girişimlerimizde olduğu gibi merdivenleri kullanarak aşağıya indik, korkumuz tavan olsa da başlarımız zemindeydi.

wisteria [gxg]Where stories live. Discover now