3. Ses çıkarma Prenses...

319 7 9
                                    

Bölüm şarkısı; Lana Del Rey–Carmen.

***

Köşk acıkmasa da saat sekizde kahvaltı ve aynı şekilde saat sekizde de akşam yemeği yenirdi. Rutine bağlı bir yeme alışkanlığı edinmek, sağlık açısından önemliydi.

Humus, pancar mezesi, manda yoğurdu ve medine hurması sofranın en önemli davetlileri olurdu. İki akşam etli, iki akşam tavuklu, iki akşam sebzeli ve bir akşam da balıklı bir menü olurdu. Proteinlerimizi, vitaminlerimizi ve diğer dinlemediğim şeyleri vücudumuza almalıydık.

Sergen'in en büyük korkusu, hasta olup ölmekti. Bu yüzden kendisini bir boksör gibi yetiştiriyor, kendisine bir asker gibi disiplinli davranıyordu.

Yemek salonundan içeriye girdim ve Sergen'in daha gelmemesine şaşırdım. Yuşa ve annem karşılıklı oturmuş, sessizce bekliyorlardı.

Yuşa, annemden her zaman biraz çekinirdi. Bunun sebebi Sergen'di, galiba? Açıkçası pek emin değildim bu teorimin gerçek olduğundan. Yuşa, biz eve geldiğimizden beri özellikle annemden uzak durmuştu, neredeyse Sergen'in onu zorlamaları bile işe yaramamıştı.

Annemin kazasından sonra ise, tamamen iletişimi koparmıştı. Annemi yok saymaya başlamıştı. Tabii ki bunu Sergen'in önünde açıkça yapamıyordu ancak yine de tavırları yeterince ortaya koyuyordu.

"Nerede kaldın Prenses?" dedi Yuşa beni görünce gözleri ışıldadı. "Çok güzel olmuşsun."

Onu yok sayarak annemin yanındaki sandalyeye oturdum. Kadın bana yandan bakış atarak gülümsedi.

Annem bu dünyadaki en güzel kadındı. Gözleri yeşile çalardı ve badem, çekik gözler her daim esrarlı bakardı. Uzun, alımlı kirpikleri al al yanaklarına gölge yapar, elmacık kemiklerini ortaya çıkartırdı. Dolgun, kırmızı dudaklar ise narin ve ağırbaşlı bir tebessümle kutsardı bizi. Nar çiçeği kokusuyla büyülerdi.

Raporlara kaza olarak geçse de, kaza olmayan kazanın ardından bile onun güzelliği hiç değişmemişti. Yalnızca... Eskiden gözleriyle bile gülümserdi annem. Şimdi hayat göremiyordum orada, ne zaman bana baksa ağlayacak gibi doluşuyordu gözleri. Pişmanlığı oluk oluk akıyordu bana.

Seni buraya sürüklediğim için özür dilerim.

Ne zaman ağlayarak kapısını çalsam, ne zaman iskeleden kendimi atmak isterken gözlerine yakalansam, ne zaman havuzda nefesimi tutsam ve ıslak saçlarla içeriye girsem böyle bakıyordu bana.

Benim kendimden nefret ettiğimden daha fazla nefret ediyordu kendinden. Çünkü söylenmese de, parmakla gösterilmese de ikimizde biliyorduk ki buradaki siktiri boktan yaşantımız, onun bir ayda tanıdığını sandığı adamla evlenmesi ve evine taşınması sebebiyle onun suçuydu.

Babamın mezarındaki toprak soğumadan evlenmesinden dolayı cezalandırılıyor muydu yoksa kaderin cilvesi, zenginliğin ve şatafatın yanında mutluluğun pakete dahil olmadığını evren hatırlatıyor muydu... Asla bilemeyecektik.

Nihan Hanım'ın asansörden çıktığı "ching" sesiyle duyuldu. Tekerlekler yuvarlanmaya başladı, duraksadı.

"Sergen Bey..." diyen saygılı ve her nasılsa cilveli sesi duyunca başımı eğdim.

Adım sesleri iki olunca, Nihan Hanım ve Sergen'in beraber geldiklerini anladım. Bir saniye sonra Sergen önde, Nihan Hanım arkada yemek odasına girildi.

Sergen uzun, on iki kişilik masanın başına oturdu. Başının üstündeki Peter Paul Rubens tarafından yapılan "Çocuklarını yiyen Satürn" tablosu ve kahve gözlerindeki aç bakış sayesinde bütün bedenim kasıldı.

wisteria [gxg]On viuen les histories. Descobreix ara