5. Özgürlüğe tutsak...

171 8 14
                                    

Bölüm şarkısı; Halsey–People disappear here.

Halsey–Lilith.

***

Özgürlük, her türden insanın uğruna ölebileceği bir fanteziydi. Her yaştan, her ırktan insan biraz daha fazla özgür olabilmek için çırpınırdı.

Çocuklar büyüyünce özgür olacaklarını düşündüklerinden daha hızlı büyümeye çalışır, yetişkinler gerçek hayatın büyümekten ziyade parayla döndüğünü anlayınca daha fazla para kazanma yolları arardı.

İş yaşlılığa gelince ise, geçip giden zamanın ardından yapmak istedikleri çocukça şeyler için paraları olsa da enerjileri ve sabırları olmadığından pişmanlıkla dolu yaşlılar hep biraz huysuz olurlardı. Çünkü yaşlılar bunca zaman, özgürlük diye peşinden koştukları her şeyin aslında bir fantezi olduğunu, yıllarını harcadıkları özgürlük fikrine tutsak olduklarını anlarlardı.

Ve bir ömrü kaybetmek, ağırbaşlılıkla kabul edilebilecek bir şey değildi.

Öfkeliydim. Ömrümün yarısını kaybettiğim için. Hayatımın en güzel yıllarını bir rüya evinde, yalnızca o evde, yaşadığım için pişmandım. Ömrümün sonuna kadar da pişman kalacaktım.

Bazen, uzaktaki boğazı, serçe parmağımın tırnağı kadar küçük gözüken Avrupa kıyısındaki köşkleri izlerken tam olarak bunu düşünüyordum. Özgürlük fikri, yedi yaşından beri zihnimi kurcalıyordu işin aslı. Öfkemin damağımda bıraktığı acı tadın sebebi, boğazın başka hiçbir köşesini görmediğim için, kız kulesini yalnızca bir kez, o da bir dizide, gördüğüm içindi.

Kahvaltı, akşam yemeği gibi sekizde yenirdi. Sergen'in ne kadar hastalık hastası olduğundan, sağlıklı yaşamla kafayı bozduğundan bahsetmiştim.

Kahvaltı sofrasında, meyve salataları ve sebze salataları bu sebepten ağırlıkta olurdu. Özel yapılan, az yağlı çavdar ekmeği ve glutensiz ekmekler sofranın iki köşesine kondurulurdu. Sofrada yeni kopartılmış beyaz zambaklar, süs ve koku salmaları amacıyla kristal vazolar yerleştirilirdi.

Sabah kahvaltı takımları, akşamkiler kadar şaşalı olmazdı. Beyaz sade tabakların üzerinde üç çeşit peynir hazır bulunurdu. Kahvaltıda, sütlü çay içilirdi. Sergen'in çayı daha önce normal şekilde içtiğine şahit olmamıştım zaten. Dişleri beyazlattığı ve kalbe zarar verdiğini söylerdi. Kalbe zarar verenin öfke ve nefret olduğunu, ona hiçbir zaman söyleyememiştim.

Merdivenleri türlü düşünceler eşliğinde inerken özgürlükten kahvaltıya birçok düşüncenin içinden akmıştım ancak evimizin yeni bahçıvanı tamamen aklımdan çıkmıştı.

"Merhaba efendim." Sesini duyana kadar. Kızın sesi bir kapalı kapı, ağır bir duvardı.

"Ooo, sen yeni bahçıvan olmalısın." Yuşa'nın ayık ama boğuk sesini duyunca gözlerimi devirdim.

"Nehir miydi?"

Birkaç hışırtı sesi duyuldu, el sıkıştılar galiba? Sonrasında Nehir söze girdi.

"Evet, siz de Yuşa Bey?"

"Evet. Vaov...Söylemeden edemeyeceğim; çok güzelsiniz."

Samimiyetsiz yavşak.

Orada merdivenlerin bitimine iki basamak kala, yemek odasını dinliyor olduğumu yukarıdan birilerinin indiğini duyunca fark ettim. Hemen içeriye girdim.

wisteria [gxg]Where stories live. Discover now