1. En fazla nereye gidebilirsin ki Prenses?

En başından başla
                                    

Altın varaklı, işlemeli dış kapı arkamdan kapanırken annemin mavi uçuş uçuş midi eteğine sarılmış ve çekiştirmiştim.

"Burası yeni evimiz mi?"

Annem yüzünde gül gibi açan bir gülümsemeyle bana başını sallamış ve elimden tutarak beni dış kapı boyunca aşağıya inen, Pembe Köşk'ün yerleştirildiği alana indirmişti.

Merdivenlerden inerken her üç adımda bir platforma denk geliyorduk, iki adım yürüyüp yeniden üç adım iniyorduk.

Her platformda çevreme bakıyor ve küçük boyumdan dolayı yalnızca pembe papatyalara ve sümbüllere denk geliyordum. Eğer kafamı kaldırabilseydim, stratejik olarak yerleştirilmiş meyve ağaçlarına da denk gelebilirdim.

"Ne kadar çok çiçek var..." diyordum içimden. Soluğum çiçek polenleriyle dolup taşınca sevinçle gülümsüyordum. Çiçekleri hep sevmiştim.

Sonra merdivenler bitiyordu. Merdivenlerin bittiği alanda kocaman, masmavi bir havuz vardı. Havuz mistik ve davetkardı. Havuza bakarken kamaşan gözlerim, havuzun çevresindeki sarmaşıktan duvarlara ışıldadı.

Burası, resmen cennetti.

"Akasya, uslu bir kız ol, tamam mı? Artık Sergen Amcan ve Yuşa Abin bizim ailemiz. Konuştuğumuz şeyi hatırlıyorsun değil mi? Onlar senin baban ve abin. Tamam mı?"

Sırıtışım yüzümden silinmeden başımı salladığımı hatırlıyordum. Annem sonrasında elimi tutarak beni Köşk'ün boğaza bakan kapısına, ana kapıya, götürüyordu.

Enfes boğaz manzarasına ve devam eden çiçekli bahçeden gözlerimi alamıyordum. Köşelerdeki uzun, köklü ağaçlar dikkatimi çekmiyordu.

Yalnızca, çiçekler...

Göz alabildiğince uzanıyordu pembe, sarı, kırmızı renkler. Aralarda mor renk baskın çıkıyordu ancak asla sırıtmıyordu. Bu çiçeklerin arasında kaybolabileceğimi düşündüğümü hatırlıyordum.

Bakışlarımı boğaza çevirip anının devamından kaçınmaya çalıştım. Ne kadar kaçınmak istesem de, deniz mavisi gözleri gördüğüm anı hatırlamak, dün yediğim yemeği hatırlamak kadar kolaydı.

Çiçeklerin arasında, masmavi gözleri olan siyah kakülleri olan bir kıza denk geldiğimde kaşlarım çatıldı.

Eğer o kızın gelecekteki ben olduğunu bilseydim, ona öyle bakar mıydım?

Annem beni sürüklemeseydi, yüzündeki yara bereleri ve gözlerindeki korkunun sebebini sorabilirdim. Ancak yanına gidemeyeceğim kadar uzaktaydı ve dedim ya, annem beni sürekli çekiştiriyordu.

Sonunda onu gözden kaçırabileceğim pembe güllerin açtığı hoş geçitten geçerek, köşeyi döndük. Çiçeklerle bezeli patika yolu ardımızda bıraktık, yerine betonların üstünde yürüdük.

Beton zeminin üstünde siyah, uzun burunlu ayakkabı giyen iki çift ayak vardı. Biri diğerinden küçüktü ve ayakkabısının birisini diğerine sürtüyordu.

"Hoşgeldiniz!" Adamın yüzündeki heyecanlı ifadeye baktım. Bana bakıyordu ve gözlerindeki kahve pırıltılarla bana el salladı, annemin arkasına saklanmaya devam ettim. Sergen Amca buydu.

"Ceyda..." Anneme elini uzattı.

Annem elini benimkinden çekmeye çalışıp adama uzattı hemen. Adamla aralarında gergin bir gülüşme geçti.

"Evine hoşgeldin."

Annem yüzündeki hevesli gülüşle adamın elini tutmaya devam etti. Sonunda dikkatleri açık kahve kakülleri ve kabarık pembe elbiseli kız çekti.

wisteria [gxg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin