BESTE

3.6K 124 12
                                    

Dışarıda yağış hızla devam ediyordu. Arka verandadan denize doğru bakıyordum. Huzur dolu bir manzara vardı karşımda. Islanan kumlara ve kömür karası gibi olan dalgalı denize rağmen mükemmeldi. Hatta rağmen kelimesini kullanmam saçma olurdu. Deniz böyle ıslanırken de güzeldi. Sabah açacak gökkuşağını bilerek onu izlemek, kokusunu içine çekmek, kopan o tüm fırtınaları yüreğinle bağdaştırarak onu anlamak çok güzeldi.

Gece yarısını biraz geçmişti. Anlaşılan yine Çağın gelmişti çünkü henüz burada başka tanıdığım biri yoktu.

Kapıya yürüdüm ve direkt açtım. Onu gördüğümde hiç şaşırmadım. Elinde bir şişe şarapla kapıda gülümsüyordu.

Gözlerimi devirdim. "Ne hoş bir sürpriz!"

"Yine çok cana yakın bir günündesin sanırım."

"Sabah solumdan kalktığımı anlamış olman gerekirdi. Bugün pek havamda değilim."

"Saat gece yarısını geçti, artık yeni bir gün."

Gözlerimi devirdim ve geri çekilerek içeri girmesini işaret ettim.

Burayı satın aldığımda kimseyle tanışmak veya arkadaş olmak gibi bir niyetim yoktu. Çağın yan evde oturuyordu ve gelip bana kısaca bir merhaba demek istemişti. Tanışmamız böyle basit ve sade olmuştu. Burada olduğum iki ay içinde bazı ev eşyalarını kurmamda yardımcı olmuştu. Çok zayıf olduğumu ileri sürüp, sürekli yaptığı tatlılardan ve muhteşem yemeklerinden getiriyordu. Onun bu kadar "normal" olması bana kendimi iyi hissettirmişti. Her ne kadar onun deyimiyle ruhsuz olsam da onunla arkadaşlık yapmaktan keyif alıyordum. Ama onun benimleyken nasıl bu kadar rahat olduğunu anlamak biraz güçtü.

"Bazen benimle neden arkadaşlık yaptığını anlamıyorum."

"İnanmazsın ama bazen psikologlar da karşılarında kaşlarını çatarak sadece onu dinleyen ve hiç yorum yapmayan biriyle konuşmak isterler."

"İltifatın için teşekkürler."

"İnan bana, iltifat değildi."

Yorum yapmadan mutfaktan iki bardak alıp geri geldim. Şaraplarımızı kadehlerimize doldururken, "Kafanı kurcalayan ne?" diye sordu.

Ona hiçbir şeyi anlatmamıştım. Anlatamazdım. Zaten bunlar normal bir hayat süren bir insanın anlayacağı şeyler değildi. Muhtemelen ya polisi arar ya da akıl sağlığımdan iyice şüphelenirdi. Zaten değil iki aydır tanıdığım bir adama güvenmek, ömrümde bir kez daha birine güveneceğimi bile düşünmüyordum. Yaralıydım. Bu dünyada en çok güvendiğim kişiden en büyük ihaneti görmüştüm. Kuzey Bozkurt'un bana yalan söylemediği tek bir konu varsa, o da kimseye güvenmemem gerektiğiydi.

"Ablamı düşünüyordum," dedim bir anda. Bu yeni bilgiyle tek kaşı havalandı.

"Ablan var demek... Nasıl biri, anlatsana?"

"Konuşkan, sivri dilli, başarılı, benim aksime dışa dönük ve girişken. İkiz değiliz ama tek yumurta ikizi kadar birbirimize benzeriz."

"Çok merak ettim şimdi... Hiç görmedim daha önce, geliyor mu sana?"

Sorusuyla birlikte elimdeki kadehi sıkıca tuttum. Gerildiğimi hissetmiş olacaktı ki beyazlaşan parmak uçlarıma kısa bir bakış attı. Elimdeki kadehi gevşettim ve dikkatimi tekrar yağan kara verdim.

İstesem bile gelemezdi çünkü Bilge'ye ne olduğunu ben de bilmiyordum...

Tek bildiğim, o gece vurulduktan sonra birilerinin beni hastaneye götürmüş olduğuydu. Hastane çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla bir adam gelip beni acile bırakmıştı ve ondan sonra bir daha beni arayıp soran hiç kimse olmamıştı. Bilge ise bu hastaneye hiç gelmemişti.

AV & AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin