by the sea | twenty two

118 11 9
                                    

Güneşin doğuşunu izlediğim en uzun vakit, Erin'in külüstür sedan arabasını kendime destek yaptığım ve polislerin girip çıktığı bir karakolun önündeydi.

Adayı etkisi altına almış soğuk esinti sanki beni hırpalamak istiyordu, aklî dengem biraz karışık olabilirdi ancak emindim. Bunu hissediyordum. Serin rüzgâr etrafımda dolaşıyor, saçlarımı karıştırıyor ve beni korkunç bir ölüm soğukluğunun üzerine çok daha fazla üzmek ister gibi yüzüme vuruyordu. Acımasızdı rüzgar. Tutunduğum araç olmasa beni savurup uzaklara doğru götürürdü, biliyorum. Adayı tanımak bir yana ona bağlıydım zaten. Nasılsa kapılacağımı bildiğinden, zalim yüzü hiç vakit kaybetmeden ortaya çıkardı.

Cenaze evleri ve karakollar aslında birbirine çok benziyordu. İnsanları suçlu anlarında yakalayan ve vicdan özgürlüğünü sonuna kadar yollarına seren bir yanıltma idi. İtiraf ettiğiniz vakit biterdi her şey. Tek farkları, biri sizi özgür kılardı sözcüklerle. Diğeri ise duyduğunuz azabın gerçekliği gibi mahkum ederdi hükmüne. Cenazede sorgulanan ben olmuştum, karakolda ise Matt'in başına üşüşmüş gözlerin olduğunu biliyordum.

Karakolun çıkışı sakindi. Erin hemen yanımda duruyordu, bana saatlerdir eşlik ettiği için bitkin düşmüştü ama sessizliğime ortak oluyordu. Ellerimiz tutuşmuştu. İkimizde yeterince soğuk rüzgâra maruz kalmıştık ve üşümekle baş ediyorduk. Ceketime sarıldım ve sabrımın son sınırında yüzerken pes eder gibi nefesimi üfledim. Kırılmış burnu yüzünden hastaneden henüz taburcu olamayan Jack Jr.'ın şikayetçi olmadığını Erin'in kuzeninden aldığı telefon ile öğrenmiştim. Eğer şikayetçi olsaydı, burnunda kırılmamış kemik kaldıysa, gidip ben kırardım zaten.

Erin'in telefonu yine çalmaya başladı.

"Katherine, yine." dedi.

"Seni merak etmiştir." dedim, soğuk yüzünden akan burnumu çekmekten bıkmıştım. Erin kuzeniyle konuşmak için dalgın adımlar atarak arabanın çevresinde gezmeye başlamıştı ve her ne konuşuyorsa, sesini alçaltıyordu. Tahmin etmem zor değildi. Katherine muhtemelen hâlâ Jack Jr.'ın kaldığı hastanenin oralardaydı. Gri bulutlar tepemizde dolaşırken, adada, geride bıraktığım çoğu insanın ikiyüzlü birer canavar olduklarını hatırlıyordum ve kaçmakla verdiğim en doğru kararın arkasındaydım. Arabaya yaslanmaya son verdim. Matt'in saldırganlığı ile ilgili Katherine'in bağırarak söylediği şeylerin telefondan kulağıma kadar gelmesine tahammül edemezdim.

Adımlarım karakolun girişinde bir o yana bir bu yana gidiyor ama sonuca ulaşamıyordu.

Öfke krizi geçirmeme ramak kalmıştı.

Dün akşamı düşündüm. Büyükannem artık diğer tüm ölümlüler gibi toprak altındaki yerini aldığından beri aklım iyi değildi. Onun ölümünü kabullenip yoluma devam etmek için önümdeki yas sürecini değerlendirecektim. Ani ağlama isteklerime ve yastığıma sarılı nöbetlerime hazırdım. Ama Matt'den yana tereddütlerim vardı. Yastığımla geçireceğim depresyon dönemime bir ortak olacağı belliydi. Anlamıştım ve ağlamak için onun omzunu diğer tüm yastıklara tercih ederdim. Fakat dün akşam hiç görmediğim bir yüzü bana selam vermişti. Kötü değerlendirmek gibi bir fikrim yoktu, ondan daha çok kızgın göründüğüm anlar yaşamıştım. Sadece beni korumak için geride, ada geçmişinde bıraktığı kötü anılarından muzdarip olmasını istemiyordum.

Çünkü yıllar önce yaktığı evlerinin harabesi hâlâ duruyordu.

Kaldırımdaki taş parçasına vurarak biraz ileriye savrulmasını sağladım ve aynı sırada karakolun içindeki Matt'i gördüm. Kolunun altındaki ceketiyle çıkışa yakın olan koridorda belirmiş, bana gülümsemeyi ihmal etmemişti. İyi göründüğü için sevinebilirdim ve muhtemelen ben ondan daha berbat bir haldeydim. Matt, beraberinde ona eşlik eden bir memur ile danışman masasının önünde durdu ve bir sürü kağıda imza atarken bıkkın göründü. Göz devirmesi beni hep güldürürdü, kapıya doğru yürürken bana çıkardığı dili de öyle. Neşeli görünmeye ve bana kendimi iyi hissettirmeye çalıştığına emin olacak kadar onu tanıyordum. Her şeye rağmen iyi olabilirdi ancak kesinlikle hâlâ gergindi. Dışarıya çıktı, hâlâ kırmızı izlerin olduğu elini bana göstermemek için çaba sarf etmesine gerek olmadığını söyledim. Ona doğru attığım son adım koşar gibiydi. Sonra sadece sarılabildim. Diyecek bir şeye ihtiyaç duymadığım bir andı.

your stories by the sea ➳ matt smith Where stories live. Discover now