Geçiş Bölümü

8.2K 419 14
                                    

Ölüm. 

Tek kelime, 4 harfli bir şeydi. 

Peki, bu kadar basit bir cümle nasıl oluyordu da insanların canını bu denli yakabiliyordu? İşte bunun cevabını, asırlardır cevaplayabilmiş, tek bir insan dahi yoktu.  Sadece bir döngünün içerisinde yaşıyor, yaşıyor, yaşıyor... Dünyadaki vademizin dolmasını bekliyorduk. Onca savaşın, onca olayın gereksiz olduğunun, aslında her şeyin bir ipin ucunda olduğunun mutlak kanıtı gibiydik. 

Ölüm, sonsuz bir sessizlik ve karanlık iken, kimileri içinse hayatı anlamlı kılan bir durumdu... Hangi taraftasın diye sorsanız? Hangi taraftaydım, bilmiyordum. Hayatım bir yelken misaliydi... Rüzgâr nereye yönlendiriyorsa oraya ilerliyordum. Bir nevi olayları akışına bırakmış, kontrolümü yitirmiş gibi görünüyordum ama durumum... Görünenin çok daha ötesindeydi. 

Her insan yaşama, kendi penceresinden bakıyordu. Her şey, açtığın pencerenin genişliği kadardı... Sen ne görmek istersen, pencereni o açıda açıyor, gözünü geri kalan açılış yönlerine körü körüne kapatıyordun.  

Olay görünüşte aynı gibi duruyordu ama yaşanan olayın etkisi, her insanın üzerinde aynı duyguyu yaratmıyordu. 

İşte şu bir kaç gündür, kendime sorduğum soru şuydu; Babamın ölümü bende nasıl bir etki yaratmıştı? 

Yıllar önce, beni yetimhaneye bıraktığı zamanlar gibi var olduğunu biliyor ama yanımda değilmiş gibi hissediyordum. 

Somut anlamda, ölü olması bir şeyleri değiştirmiyordu. Zaten benim hayatımda ki varlığı, soyut olarak da onu ölü kılıyordu... Şu koca dünya da, onun yokluğunu hissettirecek tek şey, işi düştüğünde babam olduğunu hatırlatması olacaktı. Üzülemiyordum, ona karşı hissettiğim tek duygu, acımaydı. Günahları büyüktü. Başlar da öz kızı da olmak üzere, onca insandan aldığı ah çoktu... 

Yemediği hak kalmamıştı ve bulaşmadığı pislik sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdı. Böyle insanlara genel bakış açım buydu, babam olması onu onlardan üstün kılmıyordu. Sonuç olarak, hepsinin yaptığı işler aynıydı... İçimden acımaktan başka hiçbir şey gelmiyordu.  

Bu duruma 'cuk' diye oturan, çok sevdiğim bir söz vardı; ''Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Mühim olan, çamurlaşmamak...''* Ve babam bu dünyada, çoktan çamurlaşmıştı... Hem gerçek anlamda, hem de mecaz anlamda... Böyle olmasını isteyerek, kendi tercih ettiği şekilde, çizdiği kaderini yaşamıştı. Kim ne derse desin, her şeye kulaklarını kapatmış ve yaptığı olayların ağırlığı üzerine binince, günahlarının suçunu masum insanların üzerine yüklemişti. Çünkü bu, onun yaşamak istediği hayatı doğru gösteren tek şeydi. Kime göre? Neye göre?  

Bunun cevabını vermek o kadarda kolay değildi. İnsanlar kendi doğru bildiği şeyi yaparak, hayata kılıf uyduruyordu. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunun hiçbir zaman önemi olmuyordu. Geri de bıraktıkları insanları umursamadan, hayata ayak uydurmayı değil de, hayatın onlara ayak uydurmasını bekliyorlardı.  

Saçlarımın yüzüme düşmesi, beni derin düşünce sisinin içinden çekip çıkarmıştı. Ne zamandır buradaydım, bir fikrim yoktu. Zaman kavramı benim için anlamını yitirmiş gibiydi. 

Rüzgâr, ağaçları sallıyor ve yaprakların hışırtısı, boş mezarlıkta sessizce içime işliyordu. Boş bakışlarla, mezara bakmaktan kendimi alamıyordum. Taşın üzerinde yazan 'SAVAŞ ONAT' yazısı, gerçekliği kanıtlarcasına yüzüme çarpıyordu. Buraya, babama içimdekileri dökmeye gelmiştim ama mezarın kenarına oturunca, düşüncelerimin hiçbirini dışarı söyleyememiştim. 

Hayatı boyunca beni dinlememiş birine, şimdi, kendini zorunda hissederek dinlemesini istememiştim. Çünkü istese de kulaklarını kapatamazdı ya da arkasını dönerek olduğu yeri terk edemezdi. Sadece sessizce beni dinler ve hiç konuşamazdı. 

İstemeden de olsa şu bir kaç cümle, dudaklarımdan dışarı süzülmüştü. "Oysa arkana dönüp baksaydın, geride bıraktığın insanın bir paçavradan farkı olmadığını, kendi çabalarıyla hayata kök salmaya çalıştığını ve... Bilmediği bir inde tek başına olduğunu görecektin baba. Şimdi, tıpkı evrenin başlangıcı gibi, sonu olmayan bir boşluktasın. Ne kadar kabul etmek istemesen de, sen buydun;

Kalıplamış bir hayatın içerisinde sıkışıp kalmış, Kocaman bir HİÇ..." Rüzgâr, düşüncemi desteklercesine daha sert esmişti. Hayat işte böyle bir şeydi, ne olduğu gibiydi, nede göründüğü gibi...

--------

* Mevlana Celâleddin-i Rûmi


SİYAH MELEK Where stories live. Discover now