Tadımlık

640 93 81
                                    

bir süredir evdeki tadilat yüzünden bölüm yazamıyordum arkadaşlar. hakkınızı helal edin. şimdi de tatil geliyor ve biz şehir dışına ailemizin yanına gideceğiz o yüzden yazdığım kadarını ekliyorum. inşallah yazmaya devam edrbilirim. siz şimdilik bununla idare ediverin. olur mu?

sizi seviyorum...

şennur


**



"Beni öptün," dedim sayıklar gibi kısık bir sesle. Nefesi hala yüzüme değiyordu. Parlak mavi gözleri gözlerimin tam karşısındaydı. Güneşli bir günde ışığı yansıtan duru bir göl gibiydi. Gözlerinin altında siyahlıklar vardı. Bakışları duru ve yorgundu. "Beni öptün," diye tekrar ettim bu sefer daha yüksek sesle. Kaşlarımı çattım ve elimi dudaklarıma götürdüm.

"Küçük bir öpücüktü. Yapma. Irzına geçmişim gibi tepki veriyorsun."

Yüzsüz! Küstah! Aptal! Ya ben bu adama aşık oluyorum galiba.

"Neden yaptın bunu?"

Kaşlarımı çatmaya çalışıyordum ama onlar daha çok küçük Emrah gibi dalgalı bir şekilde kıvrılmaya meyilliydiler. Ağlayabilirdim. Nedenini bilmiyorum. Ama ağlayabilirdim. Ağlamak istiyordum. Ama yapmamam gerekirdi.

Rüzgar kısa bir şaşkınlık anı yaşadı. Kaşlarını havaya kaldırdı ve dudaklarını birbirine bastırdı.

"Bilmiyorum," dedi boğuk bir sesle. Ve yine beni en hazırlıksız zamanımda yakalayıp tekrar öptü. Bu sefer daha uzun ve daha gerçekçi bir öpücüktü. "Sanırım bunu yapmayı uzun zamandır istiyordum."

Onu kendimden uzaklaştırmak, sertçe itmek istedim. Ama bunu sadece aklımda yapabilmiştim. Bedenim pamuk şekerden yapılmış bir yığındı ve onu hareket ettiremiyordum. Pamuk şeker! Kendimi aynen böyle hissediyordum.

Rüzgar bir süre alnını alnıma dayadı ve durdu. Gözlerini kapattı ve sakin bir şekilde sessizce bekledi. Bir ara uyuduğunu sandım ve onu dürtsem mi diye düşündüm. Ama kendimi o kadar mayışmış hissediyordum ki nasıl hareket edeceğimi unutmuş bir bebek gibiydim. Bir yandan midemde yangınlar çıkmış ve tüm vücudum bu yangından nasibini almış gibi yanıyor bir yandan da otokontrol mekanizmamı devreye sokmak için gereksiz bir çaba harcıyordum.

Rüzgar yüzünü uzaklaştırdığında dilim ağzımın içinde hissiz bir şekilde kaybolmuş gibiydi. Ne diyeceğimi ne hissedeceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim olmaması gereken bir şekilde onun dokunuşundan etkilendiğimdi. Ve bu dokunuşa kendimi bu kadar kaptırdığım için önce Rüzgar'a sonra kendime kızmak istiyordum. Ama kızamıyordum. Kalbim pamuktan bir şekerdi ve ben onu kontrol edemeyecek kadar yorgundum.

Tam ağzımı açmış bir şeyler söylemek için dilimi toparlamaya çalışırken arkamızdan bir inilti sesi geldi. İnilti sesi Arapça mırıltılara dönüştü. Muhtemelen Suriyeli mülteci bir çocuktu bu. Arapça konuşmasa diğer çocuklardan bir farkı yoktu aslında. Rüzgar da benim gibi dönüp çocuğun olduğu yöne baktı. Onun inlemesi bitmeden bir başka çocuğun öğürmeleri ve kusma sesi geldi. Çocuk boğulur gibi olunca Rüzgar telaşla yerinden kalktı ve ranzaların arasında gezmeye başladı. Benim aklımda onlarca hatta binlerce soru işareti vardı. Bayram değil seyran değil bu gey beni niye öptü? Peki ben neden bu kadar etkilendim? Kendimi bu kadar kaptırmam yorgunluktan mıydı? Rüzgar nasıl hala ayakta durmayı başarabiliyordu? Ben gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Hem kalbim hem aklım hem de bedenim yorgunluktan tükenmek üzereydi. Saatlerdir buradaydık. Çocukların hepsi ağır hastaydı ve onca seruma, iğneye hatta makineye rağmen durumlarında belirgin bir düzelme olmamıştı. Neredeyse şafak sökmek üzere olmalıydı. Burada zamanı ayırt edebileceğim ne bir saat ne de bir pencere vardı. Hep karanlık, hep kasvetli hep hastalıklı olan bir odadaydık. Ruhum karanlık bir örtünün altında kalmış gibi hissediyordum. Bir yandan Rüzgar'ın dokunuşunu tekrar tekrar hatırlayıp içime ılık bir duygunun akmasına izin veriyordum. Ruhum o anlarda karanlık battaniyenin altından usulca çıkıp kalbimin kanatlarını okşuyordu. Garip bir ruh halindeydim.

Mavi Kuş ile Küçük KızOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz