Sancho Panza

879 139 140
                                    

merhaba kuzular 

uzun bir ara oldu kusura bakmayın. ramazanda yazamadım. sonrasında da sağlık sorunları yüzünden bilgisayar açamadım. henüz kendimi toparlamış sayılmam. cuma günü patoloji sonucum gelecek. sizden dua bekliyorum...

umarım keyifle okuyacağınız bir bölüm olmuştur. daha sık buluşmak ve hikayemize hızla devam etmek istiyorum. inşallahhhh...

hepinizi çok seviyorum...

iyiki varsınız...


**


Filmi izledim. Bu sırada Rüzgâr derin nefesler eşliğinde uyku diyarına geçiş yapmıştı. Gündüz uyuduğum için benim uykum yoktu. Bu yüzden kendime adını bilmediğim kahvelerden bir tane yapıp kitabımı elime aldım ve gece renkli ışıklarla bezenmiş İstanbul manzarasına karşı yüzümü dönerek kitabımı okumaya başladım. İstanbul yüzüne parlak ve abartılı makyaj yapmış bir hayat kadını gibi görünüyordu. Işıl ışıl ama hüzünlü... Süslü püslü ve davetkar...

Arada sırada Rüzgar'ın ateşini kontrol ediyordum. Ona dokunduğumda parmak uçlarımda bir karıncalanma hissettiğimi ve beynimin bir anlık kısa devre yaptığını, andan ve mekândan bir süre koptuğumu itiraf etmeliyim sevgili okuyucu. Bunların neden olduğunu bilemiyorum. Şimdilik üzerine gitmemeye karar verdim. Belki de aklım onu kafamdaki fantastik karakterlerle karşılaştırıp kalbime farklı sinyaller gönderiyor ve böylece kısa devre yaşanıyor ve bir anda elektrikler gidiyordu. Olamaz mıydı? Bence çok mantıklı. Bir de gerçekten çok yakışıklıydı. Abisi Kaya daha düzgün bir tipti. Ama Rüzgâr siyah kuzguni renkte, kulaklarına değecek kadar uzun saçları ve zümrüt mavisi gözleri ile bana sevdiğim kitapları hatırlatıyordu. O kitaplardaki yakışıklı ama arızalı prenslere benziyordu. Keşke benzemeseydi. Keşke koca bir burnu, şekilsiz dudakları ve kalın kaşları olan çirkin bir adam olsaydı. O zaman onu daha çok severdim. Bu haliyle tek istediğim kendimi ondan sakınmak. Bir platonik aşkı daha kaldıramam sevgili okuyucu. Anlıyor musun beni? İstanbul çok kalabalık ve âşık olunacak erkek çok fazla. Benim narin bünyem bunu kaldırabilecek mi bilmiyorum bile. Ah yazık bana...

Sabah namazından sonra, telefondan kıble bularak kıldığım namazdan sonra, daha fazla direnemeyip kendimi uykunun kollarına bıraktım. Karmakarışık rüyalar ile beynimin dinlenmekten çok yorulduğu kısa bir uykunun ardından dehşetle ve nefes nefese uyandım. Uykumun son anında silahlı bir çatışmadan kaçarken Rüzgar'a sımsıkı sarılmıştım ve elimi sırtına koyduğumda yarasından sızan ılık kanları fark edip ağlamaya başlamıştım. Gözlerimi açtığımda yüzünü karşımda görmek uyandığım rüyadan daha beterdi.

"İyi misin?" diye sordu endişeli bir sesle.

"İyiyim," diyerek yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Bana elini uzattı ve dalgınlıkla elini tutup doğruldum. Sonra bir anda ikimiz de ellerimizi çektik. Benim tenimdeki elektriklenme onu da etkilemiş olabilir miydi?

"İyi bir rüya görmedin sanırım. Kıpırdanıp söylenip durdun. Kâbus mu görüyordun?"

"Bilmiyorum. Uyandığımda rüyalarımı hatırlamam pek. Ama genelde maceralı oluyorlar. Belki ondandır."

Gözlerimi Rüzgar'ın gün ışığında parlak bir zümrüt gibi ışıldayan gözlerinden kaçırdım. Omuzlarını silkti.

"Sen öyle diyorsan küçük kız."

Öksürdüm ve gözlerimi kısarak yüzüne baktım.

Gözlerini devirdi.

"Tamam koca kız. Kocaman, yaşlı ve mendebur bir kadınsın sen. Nasıl bunu sevdin mi?"

Mavi Kuş ile Küçük KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin