fourteen ❥︎photograph

312 43 11
                                    

Euphemia bizim için güzel bir kahve yaptıktan sonra büyük bahçelerinin ortasındaki çiçekli koltuklara oturup, beni de yanına çekmişti. Ne kadar geçtiğini bilmiyordum ama yaklaşık yarım saat orada durmuş olmalıydım. Birlikte James'in küçüklük fotoğraflarına bakmıştık.

Fotoğraf albümünün içinde neredeyse her yaşından, her önemli gününden fotoğrafı vardı. Euphemia'nın gözlerindeki özlemi görmek beni duygulandırmıştı veya sadece gözlerimin dolmasına bir bahane arıyordum zira Walburga bizi asla bir fotoğraf albümü hazırlayıp, fotoğrafların arkasına tek tek tarih atacak kadar sevmemişti.

En sonunda karşımdaki özlem duygusunu kalbinde hisseden kadından göz yaşlarımı gizlemeyi başardım ve sevgilimin sekiz yaşındayken basketbola ilk başladığı zaman çekilmiş olan fotoğrafını almak için izin isteyebildim.

"Uhm, çok değerli değil ise bunu ben alabilir miyim?"

Kırmızı albümü yavaşça kapatıp -zarar gelmesinden korkuyor olmalıydı- bir kaşını yukarıya kaldırmıştı. Sahi neden bu kadar genç gözüküyordu?

"Aa, Regulus! Sorman bile hata istediğini alabilirsin."

Büyük bir şekilde gülümseyerek başımla onayladım. Bakışlarımı fotoğrafa indirmiş, onu incelerken bahçeye çıkılan kapıya yaslanmış duran James bana seslenmişti. Onu yeni fark ediyordum.

Fotoğrafı arkama alarak yanına adımladım. Ben onun yanına giderken Euphemia'nın yüzündeki sırıtışı gördüğüm için hafif kısık bir sesle sordum.

"Bir sorun mu var?"

Anında kafasını iki yana salladı ve her zamanki gibi rahatlatıcı gülümsemesini bana verdi. Bu gülümsemenin beni rahatlattığının farkında mıydı ki?

"Hayır, sadece bu kadar aile tanışması yeter. Odaya gidelim."

Dudaklarımı büzdükten sonra kafamı yavaşça yana eğdim ve arkada tuttuğum fotoğrafı öne getirip yüzümüzün hizasında yukarıya kaldırdım.

"ama ben bu çocuktan daha fazla görmek istiyordum."

O bir kaşını şaşkınlıkla yukarıya kaldırdığında ben annesine ne kadar fazla benzediğini düşünüyordum. Bana doğru bir adım attığında kendime gelip geriye doğru çekildim.

"Sen onu bana ver en iyisi güzelim."

Küçük çocuklar gibi omuzumu silkip, geriye doğru yeniden bir adım atacakken arkamda merdiveni fark edememiştim, düşecekken son anda kolunu belime koyup beni kendisine bastırmıştı.

İkimizde biliyorduk ki bastırmasına gerek yoktu.

Gerginliğin tavan yaptığı bir anda biliyordum ki beynim tamamen devre dışı kalıyordu. Beni kıstırdığı kolundan kurtulup kahverengi ahşap merdivenlerden koşarak yukarıya doğru koştum.

"Fotoğrafı istiyorsan yakalarsın Potter!"

"Fotoğrafı istediğimi sanmıyorum Black!"

Ahşap merdivenin çıtırdayarak çıkardığı sesten peşimden geldiğini anlayabiliyordum ben odaya girdikten, birkaç saniye sonra o girmişti.

Beyaz kapıyı peşinden kapatıp bana doğru yaklaşmıştı. Bu sefer kaçmamaya karar vermiştim. Elimdeki fotoğrafı çekip aldı ve yanımızdaki küçük komodine yavaşça fırlattı.

Bilekliklerini taktığı eli çenemde gezinirken, parmak uçlarıma kalkıp dudaklarımızı birleştiren taraf yeniden ben oldum. Ellerini belime yaslamış, beni yavaşça yorganının dağınıklığının kaldığı yatağına yatırmıştı.

James Potter, bana kırılmasından korktuğu oyuncağı gibi davranıyordu.

Dudaklarımızı sesli bir şekilde ayırdığında, boynuma doğru inmişti. Kuruluğunu bozduğum dudaklarını boynumda gezdirirken kafamı geriye doğru attım.

Belimdeki elinden bir tanesini bacağıma indirip, yerlerimizi değiştirmişti. Şimdi onun kucağındaydım. Derin bir nefes verip, dudaklarımı ısırdım.

Devam ederse ne olacağını biliyorduk ve o an devam etmememiz gerektiğinin de farkındaydık. Yeni bir atakta bulunmak yerine sadece sevgilimin kucağına yerleştim.

Bir süre ikimizde sessizce durmuştuk, o benim dağılmış saçlarımı okşamayı tercih etmişti ben ise boynuna tamamen kendimi bırakmayı.

Sonunda dayanamayıp, kafamı kaldırıp gözlerimizi birleştirmiştim. Fransa hakkında merak ettiğim türlü şeyler vardı.

"Ne zaman gidiyorsun?"

Böyle sorarak onu suçlu hissettirmek istemiyordum çünkü o hâlâ beni böylece bırakarak kötü bir şey yaptığını düşünüyordu.

"Haftaya" diye mırıldandı sessizce. Ardından yeniden sordu. "Neden sordun?"

"Gitmeden önce uğurlamak için bir şeyler düzenleriz diye düşünmüştüm."

Saçıma küçük bir öpücük kondurup, göz kırptı. Her seferinde yeniden fenalaşmak zorunda kalıyordum.

"Sen yeterdin aslında."

Gözlerimi devirip, ardından güldüm. Sanki abim izin verirdi onsuz etkinlik yapmamıza. Biraz düşündükten sonra yine kafamı kaldırdım.

"James, nerede kalacaksın?"

Bu sorunun cevabını çok merak ediyordum çünkü James yalnız yaşamayı bırak evde yalnız kalmaktan bile hoşlanan bir insan değildi.

"Bir süre otelde sonra eve çıkarım sanırım."

"Anladım. En azından aramızda saat farkı fazla yok. Her gün konuşabiliriz ama sana sarılmamak çok garip olacak."

Söylediklerimin üzerine kahkaha atıp kollarını sıkıca bana sarmıştı. Öyle mutluydum ki boğulsam kalmayacaktım.

"Regulus, merak etme gelmeye çalışacağım sürekli. Şimdi bunları düşünüp kendini yorma. Sormak istediğin bir şey yoksa tabii."

Kafamı hayır anlamında iki yana salladım ve böyle sessizce durmaya karar vermişken içimdeki meraklı Regulus bunu kabul etmemişti. Tekrar "Ya James" dediğimde sevgilim yeniden kıkırdamaya başlamıştı.

"Ya James gülmesene ama of." 

İki ay bolum atmamam saka mi ne?







 𝙩𝙚𝙖𝙢 𝙘𝙖𝙥𝙩𝙖𝙞𝙣/𝙟𝙚𝙜𝙪𝙡𝙪𝙨Where stories live. Discover now