15| "Zeus, Narcissus'a kendine dikkat etmesini telkin etti."

182 18 22
                                    

[apocalyptica, i dont care]

*

Bir dönem bitiyor ve ben bölümümün birinciliğiyle anılmaya başlıyorum. Elimde Hoseok'un benim için aldığı papatya demeti var ve kafasına vura vura teşekkür ediyorum ona. Ben bile son gün millet "aa, kim taehyung. bakın, bu o" diyene kadar birinci olduğumu anlamamıştım bile. En sonunda sınıftan birkaç kişi de söyleyince "ne oluyor?" diye sormuş ve cevabımı almıştım.

Hoseok gülüyor. "Millet derslerde hep uyuduğunu, seni şikayet edeceklerini söylüyorlar."

"Etsinler, napayım ya." diyorum kokakolamdan bir yudum alıp. Kafeteryada oturuyoruz. O kahve içerken milletin dedikodusunu yapıyor ve ben yalnızca Jeon Jeongguk'un nerede olduğunu düşünüyorum.

"Jeremy ve Haesoo çıkmaya başlamış. Anasını satayım, bu Haesoo geçen seneye kadar eniştem eniştem diye geziyordu. Anlamıyorum ben bunları vallahi de."

"Beni biliyorsun," diyorum. "Kendimi bile anlamıyorum. Hele bir de onları anlamakla hiç uğraşamam."

Kahkaha saçarak gülüyor ve tam o sırada Jeon Jeongguk giriyor gözümü diktiğim kapıdan. "Seninki," diye fısıldıyor Hoseok. Gülümseyerek önüme dönüyorum. Saniyeler içinde gördüğüm Jeongguk'u gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Siyah, dizlerine uzanan paltosu ve bacaklarını saran siyah kumaş paltonu. Her zamanki gibi ayakkabıları da gıcır gıcırdır. Saçını nasıl yapmış bugün? Cumadayız... Yani diğer günlere oranla biraz dağınıktır. Ah, gözlerini göremedim-

"Taehyung! Dalgın gittin gene."

"Ups. Pardon," diye mırıldanıyorum. Hoseok suratını asıyor, bir oğlan çocuğu gibi kollarını göğsünde bağlayınca üstündeki parlak kırmızı ceketi üst vücudunu sıkıca sarıyor; sırtını kamburlaştırıp öne eğiliyor.

"Hey," diyorum. "Çocuk adam, sabahtan beri görmüyorum sevgilimi. Biraz müsaade edebilirsin bence."

"Ama bu son gün," diyor.

"Tanrım! Önümüzde koca bir üç buçuk yıl var salak oğlum."

"Ama bu yıl bir daha gelmeyecek."

"Hayatı romantize etmede üstüne yok değil mi?"

"I-ıh." Dudaklarını büzdüğü anda elimi kolamdan çekip yavaşça ağzına vuruyorum. "Salak çocuk, salak, salak, salak!"

Kahkahalarla gülerek birbirimize sataşmaya başlıyoruz. Üstümüzde olan bir çift kuzguni irisin farkına varmam uzun sürüyor. Hoseok öne atılıp saçlarımı bozarken gözlerim büfeye kayıyor, sırtını tezgaha yaslamış kahvesini yudumluyorken yakalıyorum onu. Gülüşüm donakalıyor, Hoseok saçıma istediği şekli veriyor ve tanrı şahit, o an aklımdan geçen tek şey dünyalar güzeline bakmakta olduğum. Saçları nasıl da uzamış... İnci tanem, sana dokunmaya dahi kıyamam.

Güç bela ayırıyorum gözlerimi ondan. Hoseok elini ağzına kapamış kıs kıs gülüyor halime. "Ay bayıldım ben bu oyuna hayatım!"

"Hah, hah, ha." Gıcık gıcık göz deviriyorum. "Sen zaten haksız olduğun şeylere bayılırsın hep." Kahvesinin son yudumunu diklemeden önce dil çıkarıyor. Başımı iki yana sallayıp aşağı eğiyorum. Ardından saçlarımın arasından büfeye doğru göz gezdiriyorum. Gitmiş...

Born to be Blue | taekookWhere stories live. Discover now