4| "Gençlik, kaktüs, sarı."

322 47 46
                                    

[IU - Zezé]

"Bu adam var ya, eziğin tekidir he," dedi üç gün önceden hatırladığım pişkin kadın. "Aynen," diye onayladı onu, gevşek gevşek sakız çiğneyen oğlan. Tüm sınıf o ikisinin yanına toplanmıştı; ben, Hoseok ve şu efendi oğlan hariç. 

Hoseok bugün suskundu biraz, evde ailesiyle tartışmış, nedenini söylemiyor. Bense fazla üstelemeyip defterime çizdiğim pişkin surata gölgeler ekliyorum. Fazlasıyla hoşuma gitti bu ifade, daha önce görmediğimden olsa gerek. Çizerken biraz zorlandım ama gölgelemesi pek bir keyifli, tüm zoru alıp götürüyor avuçlarımdan. 

Efendi oğlan ise sanat aşığı olduğunu elindeki kitapla bile fark ettiriyor. Gözlüğünü düzeltirken göz göze geliyoruz ve ben gülümsüyorum. O ise kaçırıyor gözlerini; utangaç bir hamleden ziyade, rahatsızlık duyduğu için olduğunu anlıyorum ve ona bir kez daha bakmıyorum. Derken eğitmenimiz içeri giriyor. Üç gündür görmüyorum onu, geceleri de evde değil. Benden kaynaklı olup olmadığını veya basitçe, beni hatırlayıp hatırlamadığını sorguluyorum fakat bu içime tarifi imkansız bir huzursuzluk veriyor. Böylece, düşünmeye ara veriyorum, yalnızca resmime odaklanıyorum. 

"Merhaba," diyor sandalyesini çekip oturmadan önce. Sınıftakiler selamına karşılık verirken, o, ceketini çıkarıyor. Sonra Hoseok başını yavaşça kaldırıyor sıradan, kolunun üstüne yattığı için alnında iz çıkmış, pis pis sırıtıyorum. Omzuma vuruyor ve kaşlarını çatıyor. "Komik mi ya," diye fısıldıyor kulağıma doğru eğilip. Başımı kaldırıp ona cevap vereceğim sıra eğitmenimizle göz göze geliyorum. Kalbim tekliyor, gözlerimi ondan alamıyorum. Ancak saniyelik bir şey bu, gözlerinin gözlerimden ayrılması saniyeler sürüyor. 

"Geçti mi?" diye soruyor Hoseok, alnını ovalamayı kestikten sonra yüzünü bana dönerek. "Daha da çok kızartmışsın," diyorum bileğini kavrayıp elini alnından çekmesini sağlayarak. Eğitmenimiz boğazını temizleyerek dikkatleri kendine topluyor ve gözleri yine benim üstümde. Hatırlıyor mu? diye soruyorum kendi kendime. "O gözler unutulur mu?" diye karşılık veriyor üç gün önceden kalma ses. 

Eğitmenimiz ayağa kalkıyor, tahtaya üç tane kelime yazıyor: "Gençlik, kaktüs, sarı." Kaşlarımı çatıp tamamen oraya odaklanıyorum. Sınıftan çıt çıkmazken, eğitmen tebeşiri tahtanın aşağısındaki bölmeye bırakıp bize dönüyor. "Bunlarla," bir elini kaldırıp tahtadaki kelimeleri işaret ediyor: "Bir resim çizmenizi istiyorum. Aklınıza ne gelirse. Karakalem çalışması olacak. Şimdi başlayın, bir sonraki dersimize kadar bitirmiş olun. Sorusu olan?" Kimseden ses çıkmayınca, "Güzel," diye fısıldıyor ve gözleri tekrar beni buluyor. "Taehyung!" diyor Hoseok beni onun gözlerinden alıp, "Ne yapacaksın? Benim aklıma hiçbir şey gelmiyor vallahi!"

"Bak," diyorum Hoseok'un defterini önüme çekerek. İki tane kaktüs çiziyorum, onlara insan sureti verip defteri Hoseok'a çeviriyorum. "Şimdi bir şeyler canlandı mı aklında?" diye soruyorum. O ise "Evet," diyor heyecanla. Kalemini alıyor ve defterine eğilip çizmeye başlıyor. 

Bense başımı yeniden kaldırıp ona bakıyorum. Ayakta hâlâ; ona bakmamla afallıyor, fark ediyorum bunu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kaçırıyor, defterime eğiliyorum. Gençlik... Kaktüsler... Kaktüsler ne kadar yaşarlar? Çok ama çok uzun yaşamaz mı onlar? Gençlikle ne ilgisi olabilir ki? Ve, ah, sarı! Ana rengin sarı olması lazım- iyi ama, karakalem olacak demişti. 

Benden önce başka biri söz hakkı alıyor: "Karakalem olmasını istiyorsunuz ama sarı ana renk olmayacak mı?" Derin bir nefes alıyor eğitmen. "Bilmem," diyor: "Sen daha iyi bilirsin." Kollarını göğsünde bağlayıp sınıfı seyretmeye devam ediyor sonra, kalçası masasına yaslı. Üstünde yine siyah bir takım var, ayakkabıları ve kolundaki saat gıcır gıcır; saçlarının siyahı da parlıyor. Gülümsüyorum. Hoseok'a dönüyor ve ne yaptığına şöyle bir göz gezdiriyorum. Gün batımı çizmiş! Ah, tabii ya! Öpüşen genç kaktüsler ve arkalarında batmakta olan, karakalem olsa da sarı ışıltısı bariz belli bir güneş. 

Born to be Blue | taekookWhere stories live. Discover now