13| "Kelimeler, düşüşler, öpüşler."

162 22 35
                                    

[Sufjan Stevens - Visions of Gideon]

"Arapçada kelime, yara, iz demektir. İnsanın çıkardığı ses için, atmak anlamına gelen lafız sözcüğü kullanılır. Eğer lafız bir anlam taşıyorsa ve muhatapta bir iz bırakıyorsa buna kelime denir. Kelime; iz bırakmak, çizik atmak, yara açmaktır.

Ağzımızdan çıkan söz, bir yara açıyorsa kelime sayılıyor." Önceki ders, seçmeli olarak aldığım edebiyat dersi eğitmenim bundan bahsetmişti. Kelimeler... diye düşünmüştüm. Kelimeler sahiden sihirli.

Şimdiyse Bay Jeon'un dersindeyken söyledikleriyle ilk kez sahiden kelime duyuyorum. O kelimeler "Ben" ve "gidiyorum" oluyor. Yanlış duydum sanıyorum başta. Hızla Hoseok'a dönüyorum. O da bana bakıyor. Böylelikle yanlış anlamadığımı öğreniyor ve kalakalıyorum. Bay Jeon'un diğer kelimelerini merakla beklemeye koyuluyorum.

"Bu bir veda değil arkadaşlar. Öyle bakmayın. Yerime gelecek olan eğitmene size verdiğim ödevin detaylarını anlatırım, zorlanmayacaksınız yani-"

Hep köşede oturan sessiz ve efendi çocuk ilk kez sesini çıkarıyor, üstelik Bay Jeon'un lafını bölme cesaretini gösteriyor.

"Zorlanmak umurumda değil ki hocam... Diğerlerinin umurunda mı?" Dönüp bize bakıyor, göz göze geldiği ilk kişi ben oluyorum. Kafamı iki yana sallayarak umurumda olmadığını gösteriyorum. Ardından başımı öne döndürüyor, Bay Jeon ile göz göze geliyorum. Bülbül sesli çocuk konuşmasına devam ediyor.

"Hocam," diyor. "Ben gerçekten sizin gibi birini hiç görmedim hayatımda." Soğuksun ama kırılgansın, diye geçiriyorum içimden. "Bana bildiğiniz her şeyi öğretmeniz için ayaklarınıza bile kapabileceğim insansınız. Gitmek zorunda mısınız gerçekten?"

Bay Jeon yutkunuyor. Çocuk bir cevap beklemiyor olsa gerek, yerine oturuyor hızlıca. Gözleri dolu dolu. Bense boş gözlerle izliyorum onları. Sanki burada değilim. Ancak Bay Jeon tekrar bana bir bakış attığında bir şeyler demem gerektiğini sezinliyorum.

Öne atılıyorum böylece. Kelimeler onun dimağından silinip gitsin istiyorum. "Bu bir veda değil dediniz ama bir daha nerede görüşeceğiz ki? Ardınızdan gelecek olan eğitmen işimizi kolaylaştırsa ne olur kolaylaştırmasa ne olur... Namjoon haklı. Ayaklarınıza kapanabilirim ben de."

Hoseok araya atlıyor, "Ben de" diyerek elini kaldırıyor. Masaya ellerimi daha çok bastırıyorum ve yerime geri oturmamak adına direniyorum. Tüm sınıf, hatta pişkin -isimleri lazım olmayan ikili bile "Ben de" diyor. Böylece eliyle ağzını kapıyor Bay Jeon. Onu ilk kez böyle görüyoruz. Ben daha önce görmüştüm ama sınıfla birlikte ilk kez görüyorum. Herkesin kalakaldığı sıra diğer elini yukarı kaldırıyor, dudaklarını aralıyor. "Tamam," diyor. "Goygoy yapmayın. Tekrar düşüneceğim."

Elinin tersiyle dolu gözlerini tek dokunuşla siliyor. Geçip masasına oturduğu vakit dersin bittiğini anlıyor, toparlanıyoruz. Ben hariç. Hoseok'un anlayışlı tavırlarına karşın gülümsüyorum fakat bu kısa sürüyor çünkü o bilindik hınzır gülüşünü yaparak kulağıma eğiliyor: "Öp beni yala beni şap beni şup beni-" Koluna geçirdiğim yumruğumla çantasını kaptığı gibi kaçıyor, amfinin kapısını kapatıyor.

İçeride yalnızca ikimiz varız şimdi. Derin bir nefes alıyorum. Sonra hiç beklemeden yerimden kalkıyor, koşarak yanına varıyorum. Sandalyesinin önünde dizlerim üzerine çöküyorum. Elleri avuçlarımda, buz kesilmiş. "Bay Jeon- Hayır," kendi kendimi düzeltiyorum: "Jeongguk..." Gözleri bana dönüyor. "Tutma kendini," diyorum. Ağlayışını içine atmasın istiyorum. Birden parmaklarıyla bileklerimi sıkıca tutarak çekiyor ve beni kaldırıp hızlıca kucağına oturtuyor. Ders arasında kimsenin onun bulunduğu alana girmeye cesaret edemeyeceğini biliyoruz.

Born to be Blue | taekookWhere stories live. Discover now