Büyük Acı

103 9 9
                                    

Konya Sarayı
Güneş yeni doğmuş, şehir yeni aydınlanmıştı. Saray ise henüz hareketlenmişti.
Dairesinde oturuyordu Rümeysa. Doğru düzgün uyuyamamış, gece boyu kabuslar görmüştü. Şimdiyse ne düşüneceğini bilemez halde oturuyordu sedirde. İçeriye Leyla Kalfa girdi. Rümeysa sadık hizmetlisine, her daim yanında olan dostuna baktı. Leyla Kalfa anlamıştı bütün gece uyumadığını. Hüzünle karışık bir endişeyle konuştu:
-Sultanım iyi misiniz?
Rümeysa bakışlarını yere çevirdi. İyi değildi. Sevdiği adamın ne halde olduğunu bilmiyordu. Hâl böyleyken nasıl iyi olabilirdi? Kederi her halinden belli oluyordu:
-Korkuyorum. Ya Mustafa...
Devamını getiremedi cümlesinin. Devamı en büyük korkusuydu zira.
Leyla Kalfa:
-Bu karanlık ihtimali yüreğinizden uzak tutun sultanım. İnşallah sağ salim dönecek şehzademiz, dedi umut dolu sesiyle.
Rümeysa:
-İnşallah, dese de içinde kötü bir his vardı. Sanki tüm dünya yakında başına yıkılacak, o da altında kalacaktı. İçindeki bu sıkıntı kalbinin her çarpışında daha da sarıyordu benliğini. Bu sıkıntının büyük ağırlık vardı üstünde.

Birkaç gün daha geçti. Mahidevran, Raziye ve Rümeysa şehzadenin döneceği günü bekliyordu sabırsızlıkla. Nergisşah, Mehmed ve Orhan'ın hala olanlardan haberi yoktu. Nergisşah annesine birkaç defa sorsa da bir yanıt alamamış, Rümeysa kızını geçiştirmişti.

Mahidevran Sultan'ın Dairesi
Mahidevran Haseki, kızı ve geliniyle birlikte oturuyordu. Oğlundan henüz haber gelmediği için üzgündü. Tıpkı Raziye ve Rümeysa gibi oldukça endişeliydi. Birlikte sohbet ediyorlardı ki haremde bir hareketlilik yaşandı. Çiçek Hatun telaşla içeriye girdi:
-Sultanım ordugahtan bir elçi geldi.
Mahidevran telaşla:
-Nerede şimdi? diye sorunca Çiçek Hatun:
-Bahçede sultanım, dedi.
Herkes hızla bahçeye çıktı. Gönderilen elçi ve birkaç asker bahçede bekliyordu.
Rümeysa'nın kalbi ağzındaydı. Korkudan buz kesmiş bakışlarını elçinin üzerine dikti. Raziye de oldukça korkuyordu. Endişe dolu bir ifade vardı yüzünde. Mahidevran elçiye doğru bir adım attı. Sesi korkudan kesik kesik çıktı:
-Ne... ne oldu?
Elçi başını yerden kaldırmadan cevap verdi:
-Şehzade Mustafa Hazretleri hünkarımızın emriyle idam edildi.
Elçi sonrasında Sultan Süleyman'ın onları Bursa'ya sürdüğünü söylese de hiçbiri duymamıştı bunu.
Mahidevran Sultan adeta donakalmıştı. Defalarca evlat acısıyla yanan anne yüreğine şimdi yine aynı ateş düşmüştü:
-Oğlum, dediği duyuldu belli belirsiz.
Raziye ise abisinin ölüm haberiyle gözyaşlarına boğulmuştu. Sendeleyince Hizmetlisi Çiçek Hatun kolundan tutmuştu Raziye Sultan'ı.
Rümeysa... En başından beri hissettiklerinde haklı çıkmıştı. Az evvel Mustafa'nın öldüğünü duymuştu. Öldüğünü...Dizlerinin bağı çözüldü sonra. Olduğu yere yığıldı. Canından öte saydığı, sevdiği adam... Mustafa artık yoktu:
-Mustafa... diye sayıklamaya başladı. Gözyaşı sel gibi aktı yanaklarından. Bir süre sonra ise kendinden geçti, bayıldı...

Aradan saatler geçti. Konya Sarayı yaşanan acıyla adeta sessizliğe gömülmüştü.
Mahidevran'ın ağlamaktan gözleri şişmişti. Yaşadığı acı şüphesiz tarifsizdi.
Raziye ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Şoka girmiş gibi bir hali vardı, yaşananlara hala inanamıyordu. Öyle ya babası abisini öldürmüş, abisinin katili olmuştu.
Rümeysa ise kendine geldikten sonra bayılmadan evvel duyduklarının kabus olduğunu düşünmüştü. Mustafa'nın öldüğünü kabullenememişti zira. Hala buna inanamıyordu ya... Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Saatlerdir sessiz sedasız ağlıyordu.
Çocuklar da duymuştu her şeyi. Mihrişah olanları anlayabilecek bir yaşta değildi lakin diğerleri... Nergisşah, Mehmed ve Orhan... Bunun nasıl olduğuna inanamıyorlardı hala. Babaları ölmüştü. Şimdi anneleriyle başbaşalardı. Hepsinin de gözü yaşlıydı. Mehmed üzüntüyle:
-Bunu niye yaptılar? diye sordu.
Rümeysa yere sabitlediği gözlerini oğluna çevirdi. Mehmed devam etti sözlerine:
-O gelen adam babamın ihanet ettiğini söyledi.
Orhan konuştu bu kez:
-Bu doğru değil... değil mi anne?
Rümeysa gözünden düşen birkaç damla yaşla:
-Değil Orhan'ım. Babanız ihanetinin değil masumiyetinin bedelini ödedi, sesi titremişti konuşurken.
Nergisşah:
-Babam nerede şimdi? dedi gözyaşları içinde.
Rümeysa kızına döndü bu kez:
-Bursa'ya götürüyorlarmış bitanem.
Orhan:
-Babamın yanına gidelim, dedi.
Mehmed kardeşine:
-Gideceğiz.
Sonra annesine dönerek:
-Değil mi anne? Babamın yanına gideceğiz.
Rümeysa başıyla onayladı:
-Gideceğiz elbet, dedi.
Sonrasında Mahidevran Sultan girdi içeriye. Kenarda bekleyen Leyla Kalfa'ya:
-Torunlarımı halalarının yanına götür, dedi.
Leyla Kalfa, Nergisşah ve şehzadeler ile dışarıya çıktı. Şimdi dairede sadece Mahidevran ve Rümeysa vardı. Mahidevran gelinin yanına oturdu, elini tuttu:
-Daha iyi misin şimdi? diye sordu.
Rümeysa keder ve acının hissedildiği bir sesle konuştu:
-Nasıl iyi olabilirim ki validem? Biz burada onu beklerken ölüm haberi... saatlerdir ağlasa da yüksek sesle ve hıçkırarak ağlamaya başladı bu sefer. Mahidevran her şeye rağmen dik durmaya çalışıyordu. Gelinin başını göğsünü yasladı. Rümeysa sözlerine devam etti:
-Söz vermişti bana... Bize geri döneceğine, bizi yalnız bırakmayacağına söz vermişti.
Mahidevran'ın gözünden birkaç damla yaş aktı:
-Kaderimiz böyleymiş, diyerek derin bir nefes aldı.
Rümeysa:
-Gitme dedim ben. Herkes seni bu kadar severken, desteklerken; herkes senin padişah olmanı isterken gitme Mustafa dedim. Ama gitti... Kalbimi de yerinden söktü giderken. Çok canım yanıyor validem. Nasıl dayanacağım ben onun yokluğuna?
Mahidevran Rümeysa'nın saçını okşayarak:
-Geçecek kızım. Vakit her şeyin ilacıdır, dedi.
Aslında geliniyle bir konu hakkında konuşmak için gelmişti. Ama Rümeysa'nın halini görünce vazgeçti. Yarın sabah konuşmaya karar verdi Mahidevran.

Ertesi Sabah
Şehzade Mustafa'yı defnetmek için ailesinin gelmesini bekleyeceklerdi. Ailesi ise bugün Bursa'ya gidecekti. Hazırlıklar tamamlandı ve yola çıkıldı.
Bu sabah doğan güneş ilk defa üşütmüştü Rümeysa'yı. Mustafa'nın yokluğuyla doğmuştu zira. Bundan sonra doğan her gün içini ısıtmayacak aksine üşütecekti. O bunları düşünürken dışarıdan sesler duyuldu. Ahalinin sesiydi bu:
-Şehzade Mehmed çok yaşa! naraları atıyorlardı.
Öyle ya ahali, askerler, devlet adamları hayli üzülmüştü olanları. Ordugahta yeniçeriler isyan etmiş, nice devlet adamı bu idama tepki olarak azlini istemişti. Merhum şehzadenin cenazesinin geçtiği her şehirde insanlar gözyaşlarına boğulmuştu. Şimdiyse oğlunun adını haykırıyorlardı. Rümeysa tebessüm etti sadece. Acı dolu bir tebessümdü bu. Sonra Mahidevran Sultan'ın yola çıkmadan evvel söylediklerini hatırladı. Mehmed ve Orhan'ı da öldürebilirler demişti Mahidevran. Rümeysa'nın içine bir ateş düşürmüştü bu sözler. Kocasından sonra oğulları... Neyse ki Mahidevran Sultan'ın bir planı vardı. Bunun için Turgut Reis'e haber göndermişti. Torunlarını Çerkesya'ya kaçıracaktı. Onları kendi ailesinin yanına gönderecekti Mahidevran. Rümeysa ise oğullarını uzun bir süre göremeyecekti. Ama yaşayacaklar dedi kendine. Yaşasınlar, iyi olsunlar yeter bana dedi.

Günler günleri kovaladı, nihayet vardılar Bursa'ya. Muradiye Külliyesi'ne defnedilecekti şehzade. İlk Mahidevran indi saray arabasından. Bir sandukanın içinde yatan oğluna yaklaştı. Bembeyazdı yüzü Mustafa'nın. Kanı çekilmişti. Boğazında boğmak için kullandıkları urganın morarmış izi vardı. Dizlerinin üzerine çöktü Mahidevran. Oğlunun yüzünü okşadı:
-Nasıl yaptılar bunu sana? Nasıl kıydılar sana oğlum? Mustafa'm... dedi sonra ağlamaya başladı. Acı çığlıklar döküldü ağzından. İçindeki acı attığı çığlıklarla yankılandı dört bir yanda. Hizmetlisi kaldırdı Mahidevran'ı. Herkesin gözleri yaşlıydı, herkes hıçkırıklara boğulmuştu...
Rümeysa yaklaştı sonra. Adeta ruhu çekilmiş gibiydi bedeninden... Öyle kötü öyle biçareydi. Mustafa'nın yüzüne değdi elleri. Mahidevran Sultan'ın aksine suskundu, tek kelime dökülmüyordu dudaklarından. Uzun uzun ve anlamsız gözlerle sevdiğinin yüzüne baktı. Şehzadeyi defnetmek için kaldırdıklarında bir tek:
-Mustafa, dedi acıyla.
Raziye Sultan, Nergisşah, Mehmed ve Orhan da ağlıyordu. Mihrişah da herkesin ağlamasından etkilenmiş olacak ki o da ağlıyordu. Yola çıkmadan evvel babasının yanına gideceklerini söylemişlerdi ona. Ablası ve abileriyle birlikte gitmişti sandukada cansız yatan babasının yanına. Baba diye seslenmiş ancak cevap alamamıştı babasından. Sonrasında ağlamaya başlamıştı...
Ailesinin gözyaşları bilhassa da annesi Mahidevran'ın yürek dağlayan feryatlarıyla defnettiler şehzadeyi. Ailesi daha sonra sürgün edildikleri Bursa Sarayı'na gönderildiler...

Aşkın Sonu: Mustafa & RümeysaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin