Evlat Acısı

127 7 18
                                    

3 gün sonra
Doğumun üstünden günler geçmiş ancak Konya Sarayı'ndaki matem sona ermemişti. Saray yeni şehzadenin doğumda ölmesiyle yanmış, Mustafa ve Rümeysa evlat acısıyla kavrulmuştu. Ölümün acısı sünnet düğününü gölgelemişti. Şimdi bütün saray derin bir sükûta bürünmüştü.
Amcasının adı verilerek defnedilmişti talihsiz şehzade. Minik bedeni doğduğu gün toprağa verilmişti. Doğum günü ölüm günü olmuştu.

Zavallı Rümeysa'nın gözyaşları ise günlerdir dinmek bilmemişti. Şimdi Mustafa ile birlikte oturuyorlardı. Rümeysa başını Mustafa'nın omzuna koymuştu. İkisi de gözlerini bir noktaya sabitlemişti ve tek kelime etmiyorlardı. Zira ikisi de büyük bir acı çekiyordu. Sessizliği bozan Rümeysa oldu:
-Bir kez dahî kokusunu çekemedim içime, kucağıma alamadım oğlumu, dedi gözünden bir damla yaş düştü sonra.
Doğum biter bitmez baygınlık geçirmişti Rümeysa. Öyle ki hayatından dahî şüphe edilmişti. Mustafa derin bir nefes aldı:
-Allah kimseye dayanamayacağı yükü vermezmiş. Derdi veren sabrını da verir elbet, dedi şehzade acı dolu bir sesle.
Rümeysa sessizce dinliyordu onu. Mustafa sözlerine devam etti:
-Vakit bize iyi gelecek Rümeysa, vakit geçtikçe biz de iyileşeceğiz.
Sonra tekrar sessiz kaldı ikisi de. Ne bir söz söylemeye ne de birbirlerini uzun uzun teselli etmeye halleri vardı zira.

Nergisşah kardeşleriyle birlikteydi: Mehmed, Orhan ve Mihrişah. Hepsi oldukça üzgündü. Hiçbirinden ses çıkmıyordu. Henüz üç yaşında olan ve konuşmadan, soru sormadan duramayan Mihrişah bile olanlardan etkilenmiş, susuyordu. Orhan:
-Niye böyle oldu? Bir kardeşimiz daha olacaktı, dedi üzüntüyle.
Ablası Nergisşah konuştu sonra:
-Annemin yanında da böyle konuşmayın. Tamam mı? Daha çok üzülmesin.
-Tamam abla, dedi altı yaşındaki Mehmed.
Sonra içeriye Mahidevran Sultan girdi. Torunlarını biraz neşelendirmek istediyse de fayda etmedi. Mehmed:
-Annem hep üzülecek mi artık? dedi. Her ne kadar onlara belli etmemeye çalışsalar da çocuklar herşeyin farkındaydı. Annelerini hiç böyle görmemişlerdi ve bu durumun hep böyle devam edip etmeyeceğini merak ediyorlardı. Daha evvel iki oğlunu toprağa veren, iki kez evlat acısıyla yanan Mahidevran:
-Endişelenmeyin. Her şey düzelecek. Sadece biraz vakit gerek, dedi hüzünlü bir sesle tebessüm etmeye çalışarak.

1 hafta sonra/Topkapı Sarayı
Bu ölümün haberi payitahta da ulaşmıştı elbet. Herkes minik şehzadenin talihsiz ölümüne üzülmüştü. Raziye Sultan, Konya'ya bir mektup göndermişti, ailesinin acısı yeni anne olmuş güzel sultanı da kahretmişti. Bu ölümün mutlu ettiği insanlar da vardı sarayda. Bu kişilerin başında şüphesiz Hürrem Sultan geliyordu. Sevgili kızı Mihrimah ve damadı Rüstem'i de unutmamak gerekirdi. Onlar bu talihsiz ölüme sevinmişlerdi elbet.
Sarayın koridorlarında karşılaştı Mihrimah ve Raziye. Raziye Sultan ablası ile hiç anlaşamaz, bu iki kardeş birbirlerini hiç sevmezlerdi. Mihrimah sahte bir gülümsemeyle konuştu:
-Sevgili kardeşim nasılsın?
Raziye de sahte bir tebessümle cevap verdi:
-Ne yalan söyleyeyim seni görene dek gayet iyiydim.
Mihrimah:
-Hislerimiz karşılıklı, dedi gülerek.
Sonra sözlerine devam etti:
-Acem diyarına sefer kararı almak üzereymiş hünkarımız. Ordunun başında da zevcim olacakmış. Tabii senin bunlardan haberin yoktur. Sarayın en kudretli sultanlarından biri olduğumdan hünkarımız bu konuda bana danışmak istemiş. Yanına gidiyordum ben de,dedi tebessümle.
Raziye de gülümsemesini bozmadı:
-Rus'tan sultan olmaz Mihrimah. Sen yegane Kiev Sarayı'na yaraşırsın, diyerek oradan ayrıldı.

3 hafta sonra
Minik şehzadenin ölümünün üstünden günler geçmişti. Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Mustafa ve Rïmeysa acıyla yanıp kavrulsalar da şimdi daha iyilerdi. Tıpkı Mustafa'nın söylediği gibi vakit onları iyileştiriyordu.
Bir çardakta oturmuş, ileride ok talimi yapan oğullarını izliyorlardı. Mehmed ve Orhan iyileşir iyileşmez ok talimine başlamışlardı. Mustafa:
-Benim aslan oğullarım. İyi birer savaşçı olacaklar belli ki, dedi gururla.
Rümeysa tebessümle dinlemişti bu sözleri:
-Tek dileğim şehzadem. Babaları gibi adil, merhametli, yiğit ve cesur olmaları.
Mustafa gülümsedi:
-Yalnız babaları gibi olmaları yetmez. Tıpkı anneleri gibi temiz yürekli, vicdanlı ve sevgi dolu olmalılar.
Bu sözler ikisini de gülümsetmişti. Sonra bakışlarını mutluluklarının, sevdalarının meyvesi olan oğullarına çevirdiler.

Topkapı Sarayı, 1553
Acem diyarına sefer kararı alınmıştı. Ancak bu defa sefere padişah Sultan Süleyman bizzat katılmayacaktı. Zira hastalığı sefere gitmesine maniydi. Sefere daha evvel planlandığı gibi Mihrimah Sultan'ın kocası Veziriazam Rüstem Paşa serdar tayin edilmişti. Raziye Sultan'ın kocası Malkoçoğlu Bali Bey de sefere gidecekti...

Raziye Sultan'ın Dairesi
Raziye Sultan oğlu Murad'ı kucağına almış, oturduğu sedirden dışarıyı seyrediyordu. Malkoçoğlu içeriye girip sevdiği kadının yanına oturdu:
-Sultanım hayli düşüncelisin. Bir derdin mi var? dedi endişeyle.
Raziye Sultan gülümseyerek döndü kocasına:
-Senden ayrı kalmaktan gayrı bir derdim yoktur.
Malkoçoğlu tebessümle:
-Ben hem senden hem oğlumuzdan ayrı kalacağım.
Eliyle Raziye Sultan'ın yüzünü okşayarak devam etti:
-Sizin hasretinizle kavrulacak olan yüreğimi yüreğinden dökülen satırlarla ferahlat benim ay yüzlü sultanım.
Raziye gülümseyerek başıyla onayladı:
-Sen de beni mektuplarından mahrum bırakma. Tez vakitte sağ salim dön.
Malkoçoğlu gülümseyerek:
-Endişe etmeyin sultanım. Yarın Konya'ya doğru yola çıkacaksınız. Sefer boyunca abinizin sarayında kalacaksınız. Konya payitahttan daha yakındır sefer güzergahına. Hem mektuplarımız daha hızlı ulaşır hem de siz yalnız kalmamış olursunuz, dedi.
Gülümsediler birbirlerine. Sonra oğullarına kaydı ikisinin de bakışları.
Raziye Sultan ertesi gün Konya'ya abisinin sarayına gitmek üzere yola çıktı. Bir kaç gün sonra da Bali Bey ordudan evvel -bir akıncı olduğundan- sefer için yola çıktı.

1 hafta sonra
Ordunun sefere çıkma vakti nihayet yaklaşmıştı. Birkaç haftaya sefere çıkılacaktı. Rüstem Paşa ordu ile birlikte gideceğinden hala payitahttaydı.
Şimdi ise eşi Mihrimah ve kayınvalidesi Hürrem ile büyük bir plan yapıyordu. Tedirginlikle sordu:
-Emin misiniz sultanım? Zira bu plan ters giderse neticesi çok ağır olur.
Hürrem Sultan kendinden emin bir tavırla:
-Eminim Rüstem, dedi.
Mihrimah soğuk ve sert bir sesle konuştu:
-Başka şansımız yok. Ben gereken hazırlıkları yapıp bir an evvel Konya'ya gideceğim.
Rüstem Paşa:
-İnşallah muvaffak oluruz, dedi sesinde hala hissedilir bir tedirginlikle.
Hürrem:
-İnşallah, dedi sessizce.
Mihrimah ise verdiği kararı düşünüyordu. Mecburum dedi kendi kendine. Bu yolun sonunda abisinin katillerinden biri olacaktı. Ama bunu kendi kardeşleri için yapıyordu. Öyle ki kardeşlerinin yaşaması için buna mecburdu...

Aşkın Sonu: Mustafa & RümeysaWhere stories live. Discover now