Gözü hiçbirini görmüyordu. Kalın kaşlarını çatıyor, yere bakıyor ve hoşlandığı kadının artık ondan tiksindiği gerçeğini beyninde küf gibi taşıyarak yürüyordu.

Varnata Emniyet Müdürlüğü'ne gidiyordu. İlk insandan beri var olmuş her kutsal yazıta el basıp yemin edebilirdi ki Bahar'a zarar veren o değildi, dondurmayı zehirleyen o değildi. Peki, bu aşağılık eyleme imza atan kimdi? Ayak basmaz ormanlara canından olma pahasına girip mağarada bekleyen kadınına besili bir av getirmeye azmeden mağara adamı gibi asıl suçlunun peşine düşmüştü.

Zehirleme olayının failini bulmak Emre Konar'ın da derdiydi fakat onun nedeni farklıydı. O, Hande Bulut'un eylemlerinin izini sürmeye çalışıyordu. Başta Uysal'ı geri çevirmek istedi çünkü olayın Bulut'la ilişkili olmadığını düşünüyordu fakat siyasete yakın bir isimle iç içe olmak, düzenli bilgi akışı sağlayacağı için onunla çalışmayı kabul etti.

Misafirini boş odalardan birine alıp kapıyı kapattı.

"Eee, Uysal." dedi koltuğuna yerleşip arkasına yaslanarak. Ellerini başının arkasına koymuştu. "Ne anlatacaksın?"

Diğeri her an kalkacakmış gibi koltuğun ucuna ilişmişti. Zorlukla duyulan bir sesle "Ben yapmadım." dedi.

"Vay!" dedi komiser, doğrularak. "Ne kadar çarpıcı bir bilgi! Oğlum, işe yarar hiçbir şey bilmiyorsan niye geldin?"

Uysal içini çekti. "Suçlunun bıraktığı izleri teşkilat olarak siz göreceksiniz, ben de bağlantılarımla sizin yolunuzu açacağım. Belki ödül olarak bir terfi..."

"Ulan puşt!" dedi kaşlarını çatan komiser. Masaya ellerini koyup doğrulmuştu, öyle bir bağırdı ki karşıdaki irkildi. "Sen beni mevkiiyle satın alınabilecek biri mi sandın? İsmin gibi ol. Kim olduğumu bilmiyorsun."

"AVİS içinde yükselmek istemez misin?" dedi omuzlarını kaldıran kalın kaşlı adam, masumca.

Komiser donakaldı. İstihbarat içerisindeki görevi gizliydi. Ajan olduğunu kimse bilmemeliydi. "Sen... Nasıl..."

"Gel, yola birlikte çıkalım." dedi Uysal. "Birbirimize güvenelim, bilgi gizlemeyelim. İş birliği yapalım. Önce Bahar'ı zehirleyen pisliği, sonra da Hande Bulut'u bulalım."

Emre boşluğa bakarak hafifçe başını salladı. Uysal'ın oturuşu değişmişti, genç adam bacaklarını hafifçe açmış ve kollarını kolçaklara koymuştu.

"Güvenini kazanmak benim için önemli." dedi misafir. "Hadi bir başlangıç yapalım. Şu öldürülen Sırp'ın dosyasını verebilir misin?"

"Kim?" dedi komiser.

Alnını kırıştıran misafir elini salladı. "Soyadını unuttum şimdi, Laliva mıydı neydi? Hani şu kafasından vurulan, vücudunda ırkçı dövmeler olan. Şifreli bir mektup almıştı."

"Ha, Laloviç." dedi memur. "Mektup sayılmaz, kısacık bir not."

Dolabı karıştırdı ve yığın klasörlerden birini çıkarıp oturmaya devam eden adama uzattı.

Uysal el ayası boyutundaki küçük bir not kâğıdının fotokopisinde yazılı olan şifreli mesajı okudu.

"Eczacı aradı. Terzi aradın. Silkin yılkı ve yün sel öp. Son kör gence kandın."

Bir anagram olan bu şifre boşluklu iki sütun şeklinde yazılmıştı. "Eczacı, terzi, silkin, yün sel, son kör" ifadeleri bir sütunda, "aradı, aradın, ve, öp, gence, kandın" sözcükleri diğer sütunda, "yılkı" ise bu sütunlar arasındaki bir köprü gibi tam ortadaydı.

"Siz bunu çözdünüz mü?" diye sordu.

"Çözdük," dedi Emre, hâlâ ayaktaydı. "Artık herif Bosna'da ne kadar pisliğe bulaştıysa, biri ona kendisini öldürmesini söylemiş. Kim öldürdüyse alnından öperim."

Avarya OyunlarıWhere stories live. Discover now