13.Bölüm "Aşk." (Düzenlendi.)

7.2K 397 150
                                    

Aşkolar oy ve yorumlar ellerinizden öper 😘💖

[vugar huseynov - beni neden sevmedin]

Tam inecekken kolumdan tuttu. Bakışlarım tuttuğu yerde dolandı. Yüzüne bakamıyordum. Bakmak istemiyordum.

"Ben senden nefret etmiyorum, Hazan. Çünkü sana nefret besleyebileceğim kadar değerli değilsin gözümde."

Cesaretimi toplayıp yüzüne baktım. Bakışlarımız birbiri ile kesişti. Çatık kaşları ve nefreti içinde barındıran gözleriyle bakıyordu gözlerime. Bu bakışlara rağmen nasıl hala nefret etmediğini dile getirebiliyordu?

Yaşadığım yorucu anlara rağmen kalan son gücümle kolumu elinin arasından çektim. Boşluğa savrulan eli yumruk oldu ancak bunu umursamadım. Benim de kaşlarım onunkiler gibi çatılmıştı. Bu adam ne iyilikten ne değerden anlardı. Laflarım, geçmişin hatırası ve maziler boşunaydı. Hiçbir şeyi hak etmiyordu. Ve ben bu saatten sonra hak edene hak ettiğini verecektim.

İnsanların beni bir hiçmişim gibi kırması da bir yere kadardı. Ben ezilmeyi hak edecek bir kadın değildim. Ailemin sevgiyle büyüttüğü küçük kıza daha fazla dokunmalarına izin vermeyecektim.

Bu yaşananlar ne unutulacaktı, ne de unutturacaktım. Kimse yaşattığını yaşamadan göçüp gitmezdi. Her şeyin bir zamanı vardı elbet. Benim de kalbimin huzura bulanacağı zamanlar gelecekti. O an gelene kadar kimseye müsamaha göstermek yoktu artık.

Acım acımdı ama artık bu yolda tek başımaydım. Ağlayacaksam kimseye ihtiyaç duymayacak, yine kendi omzumda ağlayacaktım. Bundan sonra kimsenin beni kırmasına izin vermeyecektim.

Dudaklarıma yerleşen alay dolu gülümseme ile Mirza abiye baktım.

"Biliyor musun," diyerek başladım sözlerime. "... benden nefret etmen veya değer vermemen umurumda değil. Bu zamana kadar hayatımda olmayan bir insanın, bundan sonra da varlığının beni etkileyeceğini sanmıyorum."

Gülümsedim. "Ne de olsa hiçlik, yine hiçliktir. Sen de aynısın."

Saniye saniye daha fazla çatılan kaşlarını, kabaran boyun damarının varlığını umursamadan kapıyı bir hışımla kapattım. Mahalleye doğru hızlı adımlarla ilerlerken, arkamda bir boğadan farksız Mirza abi bıraktığımın farkındaydım. Sahte gülümseyişim yüzümden an ve an silinirken yeniden gerçek hislerime bürünmüştüm. Sözlerim ağırdı. Onu bir hiç olarak görmüş, bunu acımadan yüzüne vurmuştum. Ama hak etmişti. Ona, sözlerinin karşılığını vermiştim.

"Bırak Hazan. Kırıldığın kadar kırılsın, umursama."  dedi, iç sesim. Bazen iyileşmek için bazı şeyleri uçurumdan itmek gerekirdi. Ben acılarımı, kırgınlıklarımı itmek istemiştim. Acım, sevdiğim adam Ilgaz'dı. İlk onu itmiştim. Ve beni çekinmeden kıran Mirza abi...

Onu da acımadan itmiştim.

Kulağımın içini çınlatacak kadar büyük bir gaza basma sesi geldi. Mirza abinin arabası önümden hızlıca geçerken, onun bu hızının aksine hiç telaşım yokmuşçasına yavaşça yoluma devam ettim. Umarım dediklerim sürekli kulaklarında yankılanır ve kudurmaya devam ederdi.

Cebimde titreyen telefon ile elim cebime gitti. Arayanın Seray olduğunu gördüm. Tam aramayı yanıtlayacakken arama sonlandı ama aradan saniye bile geçmeden tekrardan çalmaya başlamıştı. Seray'dan gelen aramayı kabul edip telefonu kulağıma yasladım.

"Kızım bu kaçıncı arayışım seni haberin var mı!? Aklım çıktı meraktan. Neredesin? Ne yapıyorsun? Kim var yanında? Çabuk anlat niye susuyorsun!?"

HAZAN VAKTİDonde viven las historias. Descúbrelo ahora