6. Hücre

3.4K 128 303
                                    

Bu bölümü DeryaKarademir7 ithaf ediyorum.

Keyifli okumalar

Hiçlik... Var olmayan, varlığın gerçekliğini sorgulatan... Zifiri karanlıkta, cılız bir ışığın varlığına tutunduran, sessizliğin de bir ses olduğunu öğreten hiçlik... Kör kuyuların dibinde, ince bir ipe tutunmuş dışarı çıkmak için umutla cılız ışığı takip eden gözlerim... Sürüye sürüye attığım adımlar, bastığım yeri görmeden ilerliyor; ahşap, eski parkelerden çıkan gıcırtı, yüreğimi tir tir titretiyordu. Ellerimi öne doğru uzatmış, düşme korkusuyla bocalarken; önüme çıkabilecek en ufak bir engel zifiri karanlığa gömülmem için yeterliydi. Parmaklarım sert zemine değdiğinde pürüzlü zeminde aradığım kilidi bulup açtım. İki yana ve dışarı açılan pencerelerden içeri sızan ışık sayesinde karanlığın yerini aydınlık aldı.

Gecenin karanlığını yaran günün ilk ışıkları semaya yansımıştı. Saat çok erken olmalıydı; gün yavaş yavaş ağarmaya başlamış, yıldızlar dinlenmeye çekilmiş, ay gökyüzünde esneyerek yatağına gitmek üzereydi. Yüzüme çarpan serin rüzgar, bahçedeki ağaçların ferah havasını ciğerlerime taşıyor, bulanık zihnimin kıvrımlarını berraklaştırıyordu.

Olanları kabullenemiyor, yapılan haksızlığa tahammül edemiyordum. Buraya gelişimi, taksiden inişimi hatırlıyordum. Turgut Beyle olan tüm konuşma aklımdaydı. McCartney çifti ve Ceylin'in iş anlaşması, evi gezişim, odalar, çalışanlar, hepsi aklımdaydı. Sonra Turgut beyle aynı odada kalmış, bana bir şeyler söylemiş ve intihar edişini görmüştüm. Her şey bu noktaya kadar netti. Net olmayansa, ben baygınken ne olmuştu? Uyandığımda iki kadın, Lale ve Selin beni bir odaya götürmüşlerdi. Poyraz dedikleri, o gün çarpıştığım adam, liderleri beni zindana atmak istemişti. İçlerinde yaşlı olan adam buna engel olup bu odaya kapatılmamı istemiş, kehribar gözlü adamsa beni odaya sokup kapımın önünde nöbet tutuyordu. Kimin ne yaptığını, adlarını, görevlerini doğru düzgün bilmiyordum bile. Tek niyetim ev hakkında bilgi alıp gazetede yayınlamakken şimdi üzerime bir iftira atılmış, zorla evde tutuluyordum.

Olanları düşündükçe kalbim sıkışıyordu. Dışarıya eğilip derin derin temiz havayı içime çekmeye çalışsam da nafile... Uyandığımdan beri geçmek bilmeyen bir ağrı içimi sarmıştı. Bayılıp düşmekten olsa gerek, bedenim kırılmış, et kesiği olmuş gibi her yerimde ince bir sızı...

Pencereden geriye çekilip odaya temiz hava girsin diye kapatmadım. Son baharın serin havası odayı dolduruyordu. Bakışlarım odada gezerken beklediğimden daha kötü bir manzarayla karşı karşıya kaldım. Yerler, eski tahtalarla döşenmiş; duvarların beyaz boyası dökülmüştü. Duvarın bir kenarında demirden bir karyola, onun da üzerinde eski bir pamuk döşek vardı. Yıkanmaktan incelip eskimiş sarı bir battaniye ve beyaz kılıfında sarı sarı lekeler olan yastık... Eski ahşap bir masa ve bir bacağı kırık, ahşap sandalye pencerenin yakınına koyulmuştu. Masanın üstüne küçük bir leğen ve bakırdan su dolu ibrik vardı. Eskiden insanların yüzlerini ve ellerini yıkamak için kullandıkları leğen ve ibrik... Bir köşeye koyulmuş kötü, lağım kokan kovanın ne olduğunu anlamayacak değildim.

Bu şartlar altında yaşayamazdım. Buradan kaçmalıydım. Ya da bunu kimin yaptığını bulmalıydım. Dördüncü kattaydım. Pencereden kaçmamın imkanı yoktu, kapıdaki asma kilidi açmam zaten imkansızdı. Birileri gelene kadar tüm bu olan biteni baştan düşünmem gerekiyordu.

Yıllardır gazeteciydim. Bir çok kişiyle röportaj yapmış, haber yakalamış, zor şartlar altında bile başarının peşini bırakmamıştım. Şimdi de pes edecek değildim. Adım adım ilerleyecektim. Benimle konuşan, göz göze gelen, imalı bir hareketi olan herkesi tekrar düşünecektim.

REST +18Where stories live. Discover now