49. PORSELEN KALP

Começar do início
                                    

Tek amacı Adar'a dair bir şey bulabilmek olmuştu. Cesedine bile razıydı.

"Kendilerine Güç Çemberi diyorlar. Karabatak'ın ülkeler arasında kurduğu o güven duvarını yıkacaklarını ve yeni imparatorluk çıkaracaklarını söylediler. İhracat, ithalat, uyuşturucu, satıcılık..." dedim adamdan gözlerimi çekmeden.

Saydıklarımdan etkilenmeyen adamla gerilmeye başladım. Bunlar büyük şeyler değil miydi? Daha büyüğü mü vardı?

"Laboratuvar ve silahlardan bahset," dedi Bera düz bir sesle, kulağımdaki kulaklıktan.

"Laboratuvar ve silahlara devrim getirip asıl evrimi göstereceklerini söylüyorlar." İşte adam istediğim kıvama gelmiş ve kravatını esnetmişti. "Beni bir dost size yönlendirdi. Aslında Karabatak ile görüşecektim fakat kendisi... Duyduğum üzere Türkiye ve Rusya'da deport edilmiş. Ben de bana sizin isminiz verilince, görüşme talep ettim."

Adam gergince etrafına bakındığında kulaklığımdan bir ses geldi. "14 ve 17 numaralı masalar," diyen Efsa'nın sesine alışkın olmasam da kafamı çok hafifçe eğip etrafa bakındım. Üç masa çaprazımda kalan masada burayı kontrol eden minik dostların korkunç bakışları çekti ilk dikkatimi. Pek de minik değillerdi. Omzumun üzerine attırdığım saçlarımı önüme alarak duvar ördüm ve onlara bakmıyormuş gibi Adrian'a döndüm. "Adrian ile gereğinden fazla bakıştılar. Toplam sekiz adam. Adrian gerildi, her an problem çıkartabilir."

"Kullan şu lanet olası öğrenilmiş cazibeni," diye kısık sesle beni azarlayan Ecre ile şarap bardağını kenara koyup yemeğimle ilgilendim.

Cazibemi falan kullanamazdım çünkü Bera ile zaten çalkantılı olan ilişkimi riske atmak olurdu bu. İyi demek durumu açıklamıyordu fakat kötü dersem yaklaşmış oluyordum.

"Önemli biri olmalısınız." Cevap vermeden masaya bakmaya devam ettim. "Bu bilgi size çok kuvvetli bir isimden gelmiş olmalı. Bu bilgiye ulaşmak da kolay değildir."

Gözlerimi ona kaldırıp bu ismin gizli olduğunu gösterircesine mahcup bir surat ifadesi yaptım. Adar'ın Güç Çemberi denen şeyi nereden çıkardığını ve Adrian'ı nereden bulduğunu bilmiyordum zaten. O isim cidden de gizliydi.

"Öyle olmasaydım," deyip dudaklarımı yaladım. Adamın bakışları kırmızıya boyalı dudaklarıma kaydı. "Ya da bana bilgiyi veren kuvvetli bir isim olmasaydı sizi bulamazdım, öyle değil mi?" dedim yutkunurken.

"Efraim Nasab mı bu isim?"

"Bingo!" diye bağıran sese karşılık ifadesiz kaldım. "Ver bana bilgi, Mr. Clarke." Sivrikulak bir şeyler çabalamaya başladı klavyede.

"Sakın bozma," dedi Batın'ın sesi. "Cevap verme. Gözlerini etrafta çevir. Bu onu başka isimleri düşünmek zorunda bırakacak. Kendini açığa verme, Liya."

Onu dinleyerek gözlerimi etrafta gezdirdim. Adam gözlüğünü gergince itip kollarını masaya dayadı ve eğildi. "Yoksa Xiu Li mi?"

"Siktir. Siz neyin içindesiniz böyle?" diye konuşan Sivrikulak'a kulak asmayarak başımı eğdim ve ellerime bakmaya başladım. "Herif Arap ve Çinli isim saydı. İkisi de çok önemli ajanlar ve bana sorarsanız acilen topuklamamız gerek. Bu herifler büyük taşaklı."

"Her seferinde değişik bir şey çıkıyor. Bu iş hiç ama hiç hoşuma gitmedi. Liya, toparlan ve çık oradan artık," dedi Erman.

"Hayır, kalmalı," dedi Ecre. "Ben buradayım."

"Neredesin?" dedi Erman sinirli fakat kontrollü tutmaya çalıştığı sesiyle. "Allah aşkına, bayıldın, bayılacaksın. Halen daha ben buradayım palavrası mı sıkacaksın?"

SEDNAOnde as histórias ganham vida. Descobre agora