11. BİTMİŞ SANILAN HAYATIN ORTASINA DOĞMAK

13K 1.1K 1.1K
                                    

20.04.21




🕯


yıldıza basarak oyunu vermeyi, satıra aralarına da düşüncelerini bol bol yorum atarak belirtmeyi unutma.

keyifli okumalar (:





kırık pena- bulutlara ağıt

vega- iz bırakanlar unutulmaz

evdeki saat- mucize

furkan bozdemir- ne doğru ne yanlış


Ellerimizin sarılı olduğu yere baktığımda gördüğüm şey, ellerimizin arasından sızan harflerdi.

İki el birleşmiş, bir taşı andırıyordu. Kalp şeklinde bir taş... Ama kesinlikle kalp değil. Taş.

Sert, dik, yıkılmaz, emin... İkimizin de taşıdığı özellikler ellerimizin birleşiminde bizi temsil ediyordu sanki.

İki taş birbirine değerse birbirini kırar mıydı yoksa daha büyük bir kaya mı oluştururdu? Her zaman bir taşın diğerine izler bırakıp, kırabileceğini düşünürdüm ama şu an baktığım ellerde gördüğüm şey, iki taşın birleşip bir yürek halindeki kayaya dönüştüğüydü.

Anlaşmamız ellerimizin arasında can bulmuş, harflerini birleştiği yerden kağıda döküyor gibiydi. Yanık avcu, yanmamış avcumda duruyor ve verdiği his bir bebek tenine dokunduruyormuş gibi pürüzsüzce içimde çağlanıyordu. Avucunun yanıklığının neyden geldiğini bilmiyordum ve bu bakışlarımın merakla diğer avucuna düşmesine neden oldu.

Avucumun içindeki elini, diğer eline düşen gözlerimi gördüğü an hızla çekti. Utanmıyordu, hayır. Çekincesi asla yoktu. Rahatsız olması ise hiç olası değildi. Tahminen yıllar önce yanan avuçları geçmişin izini taşıyordu ve o geçmiş onu utandırmaktan çok öfkelendiriyor olmalıydı.

Gözlerim elini sıkarak benden sakladığı avuç içinden ayrıldı ve dudaklarım işlev göstererek, "Bu ev kimin?" diye sordu.

"Çok sevdiğim birisinin bana hediyesi," dedi Pars sakince ve gözlerini yanında cansızca oturan bana çevirdi. "Ev benim. Burayı kimse bilmiyor, o kişiden başka. Sık sık gelirim, güvenlik açısından endişelenmene gerek yok. Kimsenin bilmediği ve bizi bulamayacağı bir tek, burası geldi aklıma."

"Bizi bulamayacağı..." derken bulunmaktan ne kadar korktuğumu düşünüyordum. Kendimi sakladığım yerde görülmek ve duyulmak hoşuma giden şeyler değildi, bunun ayrımına varalı da çok olmamıştı.

Hayatla bir saklambaç oynuyordum ve oyunun ebesi, dünyamdaki herkesti. Kaçmak ve saklanmak mümkündü. Bulunmamak ise imkansız.

Bu biraz ironikti aslında. Sonuçta oyunum, içinde bulunduğum hayatlaydı. Hayatımdan saklanırken yine hayatıma saklanıyordum ve hayatım beni bir düşmanın rakibini oyunda bile koruması gibi koruyor, yerimi kimselere söylemiyordu.

Gözlerimi Pars'tan çekerek odaya çevirdim. Binanın dışardan antik bir görüntüsü olsa da içerisi son derece moderndi. Bunu buraya ilk geldiğimde de fark etmiştim. Tavandan sarkan spor avize odaya loş bir hava katıyordu. Karanlık havası ise Umbra'nın gözlerindeki karanlıktan daha karanlık olamayacağının acizliği ile odayı aydınlatmaya çalışıyordu.

Cebimdeki telefon titremeye başladığında kaşlarımı kaldırarak ceketimdeki telefonu çıkardım. Bera'ydı.

Tekrar Pars'a dönmeden yavaşça ayağa kalkıp odadan çıktım ve direkt mutfakta olduğunu bildiğim balkona yöneldim. İşlek caddenin renkleri gözümü aldığında gözlerimi kısarak kapanmak üzere olan telefonu açmıştım.

SEDNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin