18. Bölüm

6 3 0
                                    


Gerginlikle hafifçe titreyen ellerimi yumruk yaptım ve yanımdaki Arın'ın koluna girdim. Solumda duran Seth'in ona attığı ters bakışları o da ben de duymazlıktan geldik ve binaya girdik.

Aslında garip olan şey, Seth'in benim Mert, Can, Lee veya Giovanni'yle olan hiçbir temasımdan rahatsız olmazken, Arın'la yanlışlıkla temas ettiğimiz anda bile -ki şimdi de rol gereği temas ediyorduk- ters bakışlarını üzerimize göndermesiydi.

O benim arkadaşımdı. Neden art niyet arıyordu ki? Arın'a güvenmeliydi çünkü onu tanıyordu ve sevgilisi olan bir kıza asla yanaşmayacağını biliyordu. Ben ise onun sevgilisiydim, hadi Arın'a güvenmese de bana güveniyor olmalıydı.

Diana'nın Seth'e aşık olduğunu herkes biliyordu, ama ben Seth'e güveniyor ve Diana ile onu uzaklaştırmaya çalışmıyordum. Onlar arkadaştı ve Seth'in Diana'ya bir şey hissetmediğine, hissedecek olursa da beni aldattığıni düşünüp benden ayrılacağına emindim. Onu tanıyordum. Ona güveniyordum.

Ama o güvenin karşılığını alamıyordum.

Gözlerimi kırpıstırarak düşüncelerimi kovdum- şu an aşk hayatımdan çok daha büyük sorunlar vardı.

"Hoş geldiniz," diyerek hepimize bir baş selamı verdi takım elbise içindeki adam. "Mr. Snow sizi bekliyor. Benimle gelin lütfen."

Diğerlerinin aksine rolüme daha kolay uyum sağlamıştım, bu yüzden kibirli ve üstten bir bakış attım, ardından Arın'a dönüp sahte bir biçimde gülümsedim.

"Hadi, hayatım, Mr. Snow'u bekletmeyelim."
Arın bir an afallar gibi olsa da kendini toparladı.
"Tabii ki, sevgilim," dedi çapkınca göz kırpıp. "Mr. Brown, önden buyurun." dedi ardından Seth'e dönerek.

Seth kaşlarını hafifçe kaldırıp hafifçe gülümserken yine hafif bir baş selamı vermiş, ardından görevliyi takip etmeye başlamıştı.

Taklit ettiğimiz bu nazik konuşmalar, baş selamları, takındığımız o kibar, küçük gülümseme... Hepsi taklit ettiğimiz insanların veya girdiğimiz rollerin korkunç, sahte  nezaketleri kanlı yüzlerini kapatmaya çalıştıkları bir maskeden ibaretti.

Asansöre bindikten sonra -hep birlikte binebileceğimiz kadar geniş bir asansördü bu- en son takım elbiseli adamın bindiğini ve '2' tuşuna bastığını gördüm.

Asansör bize hareket ettiğini biraz bile hissettirmedikten kısa bir süre sonra durdu ve koluna girdiğim Arın'a istemdışı bir şekilde biraz daha yaklaştım. Terleyen avuç içlerimi elbiseme sürmek istiyordum, lâkin bu da dikkat çekmemek için yapmamam gerekenler arasındaydı.

Snow'un ofisinin önüne geldiğimizde ise hepten gerilmiştim, nabzım maratondan çıkmışım gibiydi. İki yıl içerisinde sayamayacağım kadar çok göreve gitmiştim, ama her seferinde bòyle oluyordum.
Çünkü ben güçlüymüş gibi davranan, aslında savunmasız bir kadındım.

"Sakinleş," diye fısıldadı Arın, sadece benim duyabileceğim şekilde.
"Çok belli ediyorsun."
Hafifçe başımla onayladım, ardından derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım.

İsveç'te, büyükannem ve büyülbabamın malikâneyi andıran evlerindeydim şimdi. Yavaş adımlarla önümdeki piyanoya doğru yürüyordum, dudaklarım belli belirsiz bir tebessümle kıvrılmıştı.
Yavaşça piyanonun başına oturdum, ince, uzun parmaklarımı tuşların üzerinde tüy gibi hafifçe gezdirdim ve bir ezgi çalmaya başladım.

SpotlightWhere stories live. Discover now