7. Bölüm

26 10 0
                                    

Boş boş tavanı izliyordum.

Duvardaki saate bir bakış attıktan sonra gözlerimi kapatıp küçük bir hesap yaptım, bundan tam bir saat kırk üç dakika önce yine aynı resepsiyoniste bu kez kaydımı yaptırabilmemin sonucunda kalacağım odaya çıkmıştım.

Bavullarım henüz açilmamıştı, çünkü eğer açarsam eşyalarimı yerleştirmek ortalama bir saatimi alabilecekti ve o bir saatimi tavanı izleyerek geçirmek benim için daha iyi bir seçenekti.

Sanırım...

Bu yüzden koyu kırmızı renkli ve buraya geldiğimden beri her türlü aksiyonu birlikte yaşadığım bavulum gardırobun hemen önüne rastgele konulmuş ve adeta gözlerini bana dikmiş gibiydi.

Ofladım ve yatağın içinde kımıldandım. Bugünün, sonrakinin, ondan sonrakinin ve daha sonrakinin, hatta mümkünse bu yılın hemen bitmesini istiyordum.

Bu bir yıl içinde hayatımda neler olacağı belliydi zaten, okula gidecektim, derste not tutmak için binbir çaba harcayacaktım, hiç arkadaşım olmayacaktı, bu kez kimse bana küfretmeyecekti ve bunun sonucunda kimsenin ağzını burnunu kırmadan okulu bitirecek ve yaz tatili için Türkiye'ye dönecektim.
Ve IQ seviyesi 40'ı bile geçemeyen insanları umursamayacaktım.

Umarım...

Gözlerim yavaş yavaş kapandı, daha da mayıştım ve tam uykuya dalacakken şansıma küfretmeme sebep olan sesi duydum.

Kapı gürültüyle, ancak operasyondaki FBI ajanlarının açacağı kadar gürültüyle, hatta belki de tekmeyle, açıldığında öfkeyle gözlerimi açtım ve kapıya diktim.

"Kapı çalmak nedir bilmez misin sen?" diye çıkıştım, kapının önünde dikilen kıza, Türkçe kpnuştuğumu fark etmeden.
"Rahatsız ettiğim için kendimi öldürmek istiyorum, haşmetli Sultanım." Türkçe ve büyük bir alayla konuşarak gözlerini şiddetle devirmişti.
"Çok değerli uykunuzu böldüm, sanırım."

"Evet, böldün. Ve bunun için özür dilemek yerine dalga geçebilecek kadar yüzsüzsün." dedim sert bir sesle, delici bakışlarım tam olarak gözlerini hedef alirken kız bana bakamıyordu. Böyle bir özelliğim vardı benim de, tüm öfkemi bakişlarima yansıtırdım adeta, gri gözlerim karşımdaki kişinin bana bakamayacağı kadar hiddetle yanardı.

"Evet, evet, tabii..." dedi ağzının içinde yine aynı alayla, geveleyerek.
"Kimsin sen?" diye sordum çatık kaşlarımla.
"Yeni oda arkadaşın, arkadaş kısminı bilemem, ama..." dedi, yüzünü buruştururken.

"Bak, benimle alıp veremediğin ne bilmiyorum, odaya girmenle doğru orantılı bir tepki verdim." dedim dişlerimi sıkarak. En azından kusura bakma, ya da pardon diyebilirdi. Bakışlarından tavrına, tavrından ses tonuna kadar bu kız beni kendinden iğrendirecek kadar gıcıktı.

Ben az önce ne diyordum?
IQ seviyesi 40ı bile geçmeyen insanları umursamayacağım, diyordun.
Dişlerimi hafifçe gıcırdatmaya başladım, kendime verdiğim sözlerin çiğnenmesinden nefret ediyordum.

"Benim sorunum tepki falan değil," dedi kız. "Benim sorunum sensin, direkt sen."
"Neden peki?" dedim yumruğumu sıkarak. "Adımı bile bilmiyorsun."
Bir kahkaha kopardı, ardından aynı ifadeyle sırıttı.
"O kadar emin olma, Öfkeli Prenses."

Öfkeli Prenses?
Kaşlarım mümkünmuş gibi daha da çok çatıldı, yüz hatlarım daha da sertleşti ve dişlerimi daha çok sıktım.
Ben mi öfkeliydim? Hele ki prenses?
Prensesi bilemem ama şu an tam olarak öfkelisin.

"Lakaplarını kendine saklamalısın," dedim uyarır gibi.
"Yoksa?" dedi dalga geçer gibi. "Naparsın? Tokat mı atarsın?"
"Eğer beni tanısaydın, neler yapabileceğimi bilirdin." dedim sertçe. "Seninle daha fazla muhattap olmayacağım."

SpotlightWhere stories live. Discover now