Uzun parmaklarını arptan ayırıp ayyaş takımından ibaret olan seyircisini başıyla selamladı Jisoo. Kalabalık savsak tezahüratlar ve bazı ağza alınmayacak sözlerle onu alkışladılar. Genç kız umarsızca ayağa kalktı, tüm bunlar ilk kez karşılaştığı şeyler değildi. Ka Yee yaslandığı tezgahtan doğrulup sahneye yürüdü ve iki elle arpı kaldırıp onun peşinden üst kata çıktı.

"İyi misin?" diye mırıldandı arpı yerine koyarken. Jisoo bir köşedeki divana yorgunlukla çökmüştü. Başını salladı ve gülümsedi hafifçe.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

Genç adam ağır adımlarla ona doğru yürüdü ve oturduğu divanın tam önünde durdu. Bir parmağıyla hafifçe vurdu genç kızın alnına. Jisoo şaşkınlıkla ona baktı.

"Benim yanımda rol yapmak zorunda değilsin, Jisoo.. Zorunda olmadığını biliyorsun."

Genç kız daha çok gülümsedi. Ka Yee onun böylesine kapalı kutu olmasından nefret etmişti her zaman. Jisoo çaresiz yanını sadece Yixing'e gösterirdi.

"Onun için endişeliyim sadece." dedi birden. Tebessümü sekteye uğradı. "Uzun zamandır haber alamadık."

Gözlerini ayaklarına çevirip kaldı bir süre. Dağınık saçları yüzüne döküldü. Genç adam usulca divanın yan tarafına oturdu onun gibi ve iç çekti ağır ağır. Ne zaman canı sıkkın olsa hep böyle derin derin iç çekerdi.

"Babam iyi olduğunu söyledi." diye mırıldandı boşluğa bakarak. "Sen de biliyorsun, Yixing insanların onu ezmesine göz yumacak biri değil. Özellikle de hanedanın.."

Jisoo başını salladı. Hafifçe ama bu kez gerçekten gülümsedi. "Biliyorum."

"Sadece biraz daha dayan." diye fısıldadı genç adam yüzünü ona çevirerek. O söylemese de Jisoo'nun sabırlı biri olduğunu biliyordu gerçi. "Yakında her şey eski haline dönecek."

Jisoo yorgun başını genç adamın omzuna yasladı yüzündeki ifadeyi silmeden. Buna nazaran gözleri hala endişeyle parıldıyordu. Kirpiklerini tahta döşemelere doğru eğerken hafifçe fısıldadı.

"Umarım."

Aynı saatlerde başkentin diğer ucundaki saray bahçesinde, tıpkı Jisoo'nunkine benzer bir arp sesi bir başka amaç uğruna geceyi taçlandırmaktaydı. Bahçenin ortasındaki tahta yapının üzerinde genişçe bir sofra kurulmuştu. Prens Baekhyun'un narin parmakları tellerde usul usul dolaşırken konuklar birer birer merdivenleri çıkıp sofraya oturuyor, Prenses hizmetindeki genç kızlara yemek servisiyle ilgili emirler yağdırıyordu. Çoktan sofradaki yerlerini almış olan hanedan anneleri gözleriyle etrafı süzmekteydiler. Zira o gece merhum kralın anma yemeğinden eski Ana Kraliçe sorumluydu.

"Belli ki bu gece için her şeyin en iyisini hazırlatmışsınız, Kraliçe Park." diye mırıldandı aralarından yaşça en büyük olanı, eski Ana Kraliçe'ye yapmacık bir biçimde gülümseyerek. Prens Junmyeon, Baekhyun ve Jongin'in annesiydi. Kim soyundan geldiği için herkes ona Kraliçe Kim diye hitap ederdi. "Merhum kralımızı anmaktan çok bayram havası veriyor burası."

Kraliçe Park aynı ifadeyle gülümsedi. "Ben yalnızca misafirperverliğimi göstermek niyetindeyim. Sizin de bildiğiniz gibi Majesteleri benim yemeklerimi pek severdi, bu gece onun anısına başkent meydanında yemek dağıtacağım." Yan tarafında oturan Kraliçe Jung'a döndü. "Sizce bunda yanlış bir şey var mı?"

"Pek de mütevazısınız bakıyorum." diye mırıldandı Kraliçe Jung, sürmeli gözlerini umarsızca etrafta dolaştırarak. Prens Jongdae ve Kyungsoo'nun annesiydi. Açıksözlülüğü ve dobralığıyla bilinen Jung soyundan geliyordu. Dikkatle eteklerini toplayıp oturuşunu düzeltirken devam etti sözlerine. Her zaman derli toplu görünmek isterdi. "Niyetinizin samimiyetinden emin olamasam da davranışınızda bir mahsur görülemez elbet."

l o t u sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin