5.5

12.5K 290 145
                                    

Tekne dediği şey oldukça lüks bir yat çıkmıştı. "Sen bir diyorsan on anlayacağım bundan sonra. İyi şeyde de, kötü şeyde de." Gülerek yata atlamama yardım etti. Kaptana el işareti verdiğinde yat çalıştı ve marinadan çıkmaya başladık.

Elimi tutup yatın diğer tarafına giden yolda ilerlememi sağladı. "Kaptan babana söylerse?" Bana döndü. "Söylemez. Ayrıca söylese de sorun olmaz." Nasıl bu kadar rahat oluyordu bilmiyordum. Yolun bitiminde çıkan boşluk alanda çok şık masa vardı. Çok sadeydi. Beyaz örtü ve üzerindeki tabaklar dışında kırmızı bir mum vardı.

Durdu ve bana döndü. Ellerini yanaklarıma koydu. "Bu akşam sadece bizim. Herkesten uzak ve baskı olmadan... Sadece bize odaklan. Başka bir şey düşünme. Tamam mı?" Başımı salladım.

Gülümseyip yanağımı okşadı ve masaya ilerledik. Sandalyemi çekip oturmama yardım etti. Kendi yemeğini de koyuktan sonra garson olduğunu kıyafetinden anladığım adam yemekleri getirdi. "Bu sıcakta çorba içmezsin sanırım." Güldüm. "Hayır."

Onun üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Ben de parlak, gümüş rengi pullarla kaplı, kısa bir elbise giymiştim. Ayağımda gümüş rengi topuklu ayakkabılarım, boynumda ise gümüş bir kolye vardı. Saçlarım salık, maşalıydı. Onunkilerse her zamankinin aksine biraz daha topluydu. Anlaşılan özenmişti.

Nereden nereye gelmiştik. O kadar küstük, o kadar barıştık... Bugün burada karşılıklı oturduğumuza inanamıyordum.

Hoş bir sohbet eşliğinde yemek yedikten sonra çatalını tabağa bıraktı. "Sen uç kısmına geç. Ben şarapları alıp geleceğim." Başımı salladım.

Masadan kalkıp yatın sivri ucuna gittim. Boğaz çok güzel görünüyordu. Bu şehrin farklı bir sihri vardı. Dünyanın en güzel şehriydi şüphesiz. Gece bambaşkaydı, gündüz bambaşka, şafakta bambaşka...

Rüzgarı yüzümde hissediyordum. Kollarımı iki yana açtım. Belime sarılan kollarla titresem de öyle durmaya devam ettim. Başımı göğsüne yasladım.

"Uçuyor muyuz Jack."

"Uçuyoruz Rose."

Güldüğümüzde gözlerimi açıp ona döndüm. Elindeki yarısına kadar dolu kadehlerden birini bana vardı. Demirlere yaslanıp şaraptan bir yudum aldım. "Bu şehir çok güzel." Ona baktığımda gözlerime bakıyordu. "Ne?" Gülümseyerek sorduğumda dudağını ısırdı. "Benim şehrim sensin. Ve evet, bu şehir oldukça güzel."

Gülümseyip bir yudum daha aldım şaraptan. Elimden kadehimi aldı ve kendininkiyle beraber masanın üzerine koyup geri geldi. Kollarını belime sardı. "Neredeyse yedi aydır birlikteyiz. Ve seni çok seviyorum Çakır." Alınlarımızı birbirine dayadı. "Her şeye rağmen bir arada kaldığımız için çok mutluyum."

Sessizce onu dinliyordum. Gözlerimi kapattım. "Bence artık zamanı geldi ama sen ne dersin bilmiyorum. Belki biraz beklemek isteyebilirsin. Ancak ben üzerime düşeni yapmak zorundayım. Bilirsin aceleciyim bu konuda." Belimdeki kollar çözülünce gözlerimi açtım. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken cebinden bir şey alıp önümde diz çöktü ve kutuyu açtı.

Tanrım, hayır! "Benimle evlenir misin Çakır?" Güldüm. "Evet!" Bağırışıma gülüp ayağa kalktı. Yüzüğü çıkarıp parmağıma taktı. Tanrım, bu yüzük çok güzeldi. Hızla boynuna sarıldığımda kollarını belime doladı. Gülmeme engel olamadım. Gözümün önüne gelen yüzüğe baktım. Ciddi ciddi evleniyordum ben? Şaka gibi!

Annem aklıma gelince yüzümdeki gülümsemem soldu. O da durgunlaştığımı anlamış olmalı ki ayrıldı. "O konuyu halleceğiz. Bizi anlayacaklarına eminim. Ben sana sulandım. Sen de benden kaçarken kollarıma düşüverdin." Güldüm. "Böyle dersen ancak babamın katil olacağını anlarım. Savcı adamı kendi davasına sokma." Güldü ve alnımı öptü.

"Halledeceğiz."

- - - - -

Instagram : leyhizal

Instagram Sayfası : leyhizalhikayeleri

Instagram Parodisi : kuvarsandametist

Twitter : leyhizal

Yayım Tarihi : 19 Aralık 2021

Don't Cry Darlene | TextingWhere stories live. Discover now