17. Bölüm -SORUN-

1.4K 254 108
                                    

Sabah Travis kapımı çaldığında ve beni duşumu almış, giyinmiş bir şekilde bulunca oldukça şaşırmıştı. Saçlarımı kuruturken odamda beklemişti. Her zamanki gibi sıradan günaydın kelimesinden sonra saçmalamadan konuşabilmişti ama benim dilim düğüm olmuştu. Dün geceki fazla ateşli öpücükten sonra ne yapacağımı bilememiştim ama en son Miley'nin tavsiyesine uyup hiçbir şey olmamış gibi davranmaya karar vermiştim.

Alkolle verilen bir karar değildi, maalesef unutmamıştım da ama unutmayı diliyordum.

Çünkü aklımda başka bir şey dolaşmıyordu.

Yine de konuştuklarımızı ve planladıklarımızı yapmak için buradaydı. İşim bittiğinde hazır olduğumu söyleyerek tuvaletten dışarı çıktım ama kapıdan geçmeden önce üzerime yatağın kenarında duran beremi attı. Başım da berem, boynumda atkım ve iki kat kıyafetlerimle yine robota dönmüştüm.

Koridorda yürürken "Niklas ne zaman gelecekmiş?" diye sordum.

"Niklas'la Romanya'da buluşacağız." dediğinde önden ilerlemeyi kesip ilgiyle ona döndüm.

"Felix'le mi konuştun?"

Başını salladı. "Evet. Aria ve Silas bizim gibi bu gece İtalya'dan ayrılıyor ve Niklas artık hangi ormandaysa orayı terk etmek zorunda. Romanya'ya geçip teslim edilmesi gereken üçüncü dosyayı vereceğiz ve sonra da..." Hatırlamaya çalıştı. "Sanıyorum Mısır'a gideceğiz."

"Romanya'dan Mısır'a mı?"

"Evet ama orada kalmayacağız. Aria'nın isteği üzerine Mısır'daki kapsülle birlikte Japonya'ya geçiyoruz."

Dudaklarımı büzdüm. Protia'ya döndüğümüzde üç gün uyursam yorgunluğum anca giderilecekti. Felix'i suçlayamıyordum çünkü bize bizi kullanacağını söylemişti.

Otelden çıktıktan sonra araçlara binmek yerine yürümeyi tercih etmemiz gerektiğini üç kere söyledim ama Travis benim donacağımı ve titrediğimi görmek istemediğini açıkça belli etti. Taksiye istemeden de olsa bindim, Eiffel pek uzakta olmasa da arabayla gitmek zorunda kaldım. Ancak ikna etme çabalarım boşa çıkmadı ve karnımın acıktığını söyleyip onu Eiffel'e varmadan indirdim. Kruvasan ve büyük boy kahveyle kahvaltımızı yaparken Eiffel'e ulaştık.

Asansör sırasını görünce dehşete düştüm. Travis elimden tutup beni durdurdu. "Vazgeçebiliriz." dedi, Travis Wade'in ilk defa bir şeyden korktuğunu görüyordum ve o da ucu görünmeyen sıraydı.

"Asla." dedim onu çekiştirirken. "Yukarı çıkacağım. İstersen merdivenleri kullan ama ben o basamaklara adım bile atmam."

"Seni taşırım."

O kadar ciddi söyledi ki durmak zorunda kaldım. "Saçmalıyorsun." Onu sıranın sonuna çektiğimde söver gibi homurdanmaya başladı ama sadece beni gülümsetiyordu.

Bir ton laf etti ama sona yaklaştığımızda vaktin nasıl geçtiğini anlamadığını da belirtti. Beklediğimiz süre boyunca yanımızdan geçen insanlar hakkında yorumlar yapmış ve onu oyalamıştım. Kulenin ilk katında kısa bir süre geçirdikten sonra kalabalığa ben de tahammül edememiştim ve ikinci kata çıkmak istemiştim.

Travis beni bıraktığında gidebileceğim en uç noktaya gittim ve ayaklarımın altındaki Paris'e yukarıdan baktım. Gitmeyi düşündüğüm her yeri tepeden görebiliyordum. Müze, katedral, nehir... Bana muhteşem bir manzara sunuyordu. Hepsine gidecektim, en kötü beş dakika görüp çıkacaktım ama uğramadım demeyecektim. Zaten katedralin önünde Felix'in adamıyla buluşacaktık.

Arkamdaki tanıdık sıcaklıkla iç geçirdim ve ısınmak amacıyla ona birazcık yaklaştım. Gözlerimi manzarayla yeteri kadar şenlendirdikten sonra telefonumu çıkarıp çeşitli açılardan fotoğraf çektim. Birçoğu bunun rüya olduğunu düşüneceğim yıllara geldiğimde açıp hatırlamak içindi, birkaç tanesi de Miley'ye hava atmak için.

BaşlangıçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin