2. Bölüm

53 12 1
                                    

"Adın neydi?" diye sordu. Şu ironiye bak, beni bir çeteden ve bir sürü kötü sondan kurtaran adamın ismini bile bilmiyordum!

"Eğer bir adım olmasaydı," dedim düşünceli bir halde, yürümeyi bırakıp ona dönerek. "Bana ne derdin?"
Gözleri yüzümde dolandı, oradan bakışları saçlarıma doğru kayınca hafifçe tebessüm etti.

"Scarlet," dedi yumuşak bir sesle.
"Sadece saçlarınla ilgili değil ama bu..."dedikten sonra tebessümünü büyüttü.
"Neyle ilgili peki?" diye sordum, meraklı bir sesle.
"Nedeni de bana kalsın." diye cevapladı beni, göz kırparak.
Yutkundum.

"Peki ya sen?" diye sordu, bir süre sonra, ondan cevap alamayacağımı anladığımda. "Sen bana ne derdin?"

O, benim her bir mimiğimi ezberler gibi bakarken, ben ise onun o okyanus gözlerine dalmıştım. Mütemadiyen bir yas, bir kederle, aynı anda olgunluk ve âsilik ile, kapkara bir bulutla çevrilmişti o masmavi gözleri...

"Okyanus,"dedim yavaşça. "Sana Okyanus derdim."
"Şaşırmadım," diye mırıldandı, hafif bir tebessümle.
"Sadece göz renginle ilgili değil ama bu," diye onu taklit ettikten sonra devam ettim. "Bakışların da bir okyanus gibi. Kimi zaman hüzünlü, kederli ve durgun, kimi zaman bir fırtına bulutuyla kaplı, devasa dalgalarla bezenmiş..." dedikten sonra duraladım. "Seni bir şey derinden yaralamış, ama bunu inkar etmeyi tercih ediyorsun. Kendinle daimi bir çatışma halindesin, tüm tezatlıkları üzerinde toplamış gibisin. Bu yüzden Okyanus derdim ben sana..."

Sözlerimden sonra derin bir sessizlik oldu, yürümeye devam ettik.
"Haddimi aşmadım umarım," diye mırıldandım, sessizlikten rahatsız olarak. "Özür dilerim."
"Dileme." dedi hızlıca. " Beni bana anlattın ve beni sadece yaklaşık yarım saattir tanıyorsun, şaşırdım sadece." dedikten sonra ekledi. "Yanlış bir sey yapmadın."

"Madem öyle," dedim gülümseyerek.
"O zaman gerçek isimlerimizi öğrenelim."
"Ben Arın. Arın Keskin." diye yanıtladı beni. İsmi o kadar yakışıyordu ki o gökyüzünü bir çift irise sığdırmış saf mavi gözlerine...

"Freya. Freya Adin Kara." diye tanıttım kendimi ben de.
"İskandinav Mitolojisi," dedi kaşlarını hafifçe kaldırarak. "Adın Freyja'dan geliyor."
"Evet, annem İsviçreli." dedikten sonra gülümsedim. "Bana kendinden bir şeyler vermek istemiş sanırım. Aile büyüklerimiz köklü bir İskandinav ailesiymiş, çağlar boyu İskandinav Mitolijisine inanmışlar, hatta annemin büyükbabasına kadar süregelmiş bu durum."
"İsminin bir hikayesi olması güzel," dedikten sonra devam etti. "Peki ya Adin?"

"Cennet anlamına geliyor, babam Türk." dedim bu sefer de. "Anne tarafımın hepsi İsviçre'de, hep Freya derler, baba tarafım ise Adin. Bu durumu pek sevmiyorum, iki isminin olması güzel değil." diye ekledim. Ona söylememiştim, ama bu durum bazen kendimi iki kişi gibi hissettirecek kadar garip bir hal almıştı! Freya iken kendimi eski zamanlarda soylu bir İskandinav ailesi mensubu gibi, Adin iken ise mütevazı, tatlı, değerlerine saygılı bir Türk kızı gibi hissediyordum.

"Ama cok sevdiğin iki insandan bir şeyler taşımak güzel olmalı, bu bir isim de olsa." diye yanıtladı beni, ki haklıydı da. Başımla onayladım.

"Ya senin ismin?" diye sordum ben de. "Arın, saf demek, değil mi?"
"Bana tezatlıkların adamı olduğumu söylemiştin, bu tezin yine kanıtlandı." dedi gözlerini karşısına dikerek. "Ben hiç saf değilim çünkü."

Konuyu irdelememeye karar vererek sustum. Zaten o çetenin bile gözünü bir bakışla korkutabilmişti, demek ki bu karanlık ve pek tekinsiz Manhattan ara sokaklarında bir şöhreti vardı. Ve bu şöhretin saflıkla ilgisi olmadığı barizdi.

O karanlık ve kasvetli sokaklarda yürüyorduk, bir sağa sapıyorduk, bir sola... Bir süre sonra kaç tane aradan döndüğümüzü saymayı bırakmiştım.
Sonunda bir sokağa geldik, irkildim, ürperdim ve yutkundum.

SpotlightWhere stories live. Discover now