think me as a friend

128 12 5
                                    

Kapıda bekleyen Mel'i görünce ona doğru ilerledim. "Söyledim ama bana inanmadı tabiki ve tam fotoğrafları göstereceğim sırada Hina kaltağı geldi." dedim. Mel sinirle soludu "o salak niye her yerden çıkıyor offf tanrım." dedi. "Sence telefonunu fark etti mi?" dediğimde "elbette fark etmiştir gece yanlışlıkla onunkini de aldığımı söyleyip geri vereceğim." dedi Mel. Kafamı sallayıp bir anda Mel'e sarıldım. Buna çok ihtiyacım vardı, içimde bir boşluk hissediyordum. Mel sırtımı patpatladı "merak etme ben halledeceğim sadece güven bana." dedi. Ben nasıl böyle iyi bir insanı bulmuştum. Bir anda ağlamaya ve çocukluğumda yaşadığım şeyleri düşünmeye başladım. Mel "hey sorun ne niye ağlıyorsun?" dediğinde elimle bankı işaret ederek ilerledim ve oturduk. "Aldatılma konularında çok hassas olmamın büyük bir sebebi var." dediğimde Mel "anlatmak ister misin?" dedi, başımla onaylayıp anlatmaya başladım.

"Babam ben dört yaşındayken yurt dışı kurulumlu bir şirkete girdi, o yüzden de sürekli yurt dışına gitmek zorunda kalıyordu. Ben altı yaşıma girdiğimde bu iş gezileri çok sıklaştı ve süresi uzamaya başladı. Annem iyice sinirlenmeye başlamıştı çünkü özel günlerimizde bile yanımızda bulunmuyordu. Bir gün babam eve döndüğünde annemle tartışmaya başladılar. Korkumdan odama kaçmıştım unutamıyorum o günü. Büyük bir gürültü duyduğumda annemlerin yanına koştum. Annem babama bardak fırlatmıştı ve babamın kafası kanıyordu. Bir anda çığlık atınca yanlarına geldiğimi anlamışlardı. Annem elimi bir anda kavrayıp beni arkasına çektiği sırada babama 'bir daha bu eve adımını atmaya kalkışma. Jenna benimle kalacak şimdi defol git' deyip bağırmaya başladığında babam zaten yanında olan valizini çekiştirip hemen evden çıkmıştı. Annem yere çömelip ağlayarak cam parçalarını topluyordu ki o sırada masanın üstünde duran fotoğrafa gözüm kaymıştı. Elime alıp bakmaya başladığımda babam ile sarışın bir kadın, kadının kucağında da bir bebek vardı. Beyefendi İngiltere'de kendine apayrı bir hayat kurmuştu. Biz öğrendikten sonra da zaten İngiltere'ye taşınmıştı. Annem bir yandan benim için çabalarken bir yandan da ağır depresyonundan kurtulmaya çalışıyordu. Babam annemi mahvetti, mutlu hayatımızı, ailemizi mahvetti. Bu yüzden ihanete ne göz yumabilirim ne de ihanet edebilirim." dediğim sırada Mel ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu.

"Jenna annen de sen de çok güçlüsünüz. Bu konudaki hassaslığının farkına çok geç vardım özür dilerim." dediğinde "saçmalama Mel nereden bilebilirdin ki sonuçta." dedim. Birbirimize sımsıkı sarılıp gülümsedik. Ağlamayı kesip Chan'ı o kızdan kurtarmalıydım. "Chan o kızdan uzaklaşmalı ve bunu en kısa sürede halletmeliyiz Mel." dediğimde Mel başını sallayıp "gel yanlarına gidelim de şu lanet telefonu vereyim." dedi.

Parkta oturan Chan ve Hina ikilisini görünce yanlarına gittik. Mel canlı bir sesle "selamm" dediğinde bize doğru döndüler. Chan suratıma bakmıyordu, bıkkın bir ifade ile Mel'i dinliyordu.
Mel de o sırada hızlıca durumu açıklayıp telefonu Hina'ya uzatınca, Hina resmen telefonun üstüne atladı. Mel bu hareketine karşılık "sakin ol Hina çok önemli bir şey mi var yoksa içinde?" dedi sinsice. Hina göz devirdi "Chan'a ulaşmakta zorlandım kaç gün sonunda verebildin telefonumu." dedi. Chan ayağa kalktı bize bir şey söyleyecek gibi oldu ama vazgeçti. Oldukça sinirli duruyordu. Hala yüzüme bakmıyordu oysaki ben sadece sevdiğim adamı kurtarmaya çalışıyordum.

Sinirden zaten yara olan dudağımı dişleyince yine dudağım kanamaya başladı. Sinir kat sayımın iyice artmasıyla dayanamayıp arkamı döndüm hızlıca yürümeye başladım. Mel arkamdan sesleniyordu ama hiç durmadan yürüyordum. Bir anda Hina'nın kahkahasını duymamla yerimde donakaldım. Zevk almıştı. Benim bu denli sinirlenmemden cidden zevk almıştı. Ama asıl zevki şimdi ben yaşayacaktım.

Ya şimdi ya da asla.

Koşarak yanlarına geri döndüm. Büyük bir hışımla telefonumu çantamdan çıkarıp çantamı da Hina'nın ayağına doğru fırlattım. Herkes şaşkın gözlerle bana bakıyordu.

你准备好了吗(hazır mısın?)Hina...Endişeli gözlerle bana baktı ama iş işten geçmişti. Chan ile Mel'in ise hiçbir şey anlamadığı çok belliydi
Galerimi açıp bir kaç video ve fotoğrafı görmesi için telefonumu Chan'ın eline sıkıştırdım. Chan "ne yapmaya çalışıyorsun Jenn-" derken sözünü kesip "çabuk o fotoğraflara bak." dedim net ve sinirli bir şekilde.

Chan'ın gözleri dolmaya başlamıştı Hina ise bize bağırırken telefonu Chan'ın elinden almaya çalışıyordu. Ortamın kaotikliği ruhumu daraltmıştı.
Yanlış yapmamıştım. Sadece onu kurtarmaya çalışıyordum. "Ne zamandan beri?" dedi Chan. Hina ağlayarak "yok öyle bir şey Chan bana inanmıyor musun? Onlar eski fotoğraflar." dedi. Chan da "ne yani önceden kuzeninle mi sevgiliydin, düzgün yalan söyle Hina." dedi. Ve bir anda bağırdı "NE ZAMANDAN BERİ!?" Hina ağlamayı bıraktı ve bir anda poker face oldu. Derince bir nefes aldı ve "sekiz aydır çıkıyoruz hem sen burada yokken ne yapmamı bekliyordun ki?" dedi. Chan'ın gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünü gördüm. Bu kız hiç normal değildi. Kafası gidip geliyordu resmen.

我不想让他们明白,但我知道我会毁了你 (anlamalarını istemiyorum ama bil ki seni mahvedicem...) Hina bunu duyduğunda Japonca konuşmaya devam etti.
" Chan'dan hoşlandığın çok bariz, geldiğin günden beri bizi ayırmak istediğinin de farkındayım. Hem zaten başardın daha ne mahvetmesinden bahsediyorsun seni kaltak!?"
"Burada bir kaltak varsa o da sensin Hina. Ve evet Chan'dan hoşlanıyorum ama sizi ayırmaya çalışmak asla aklıma gelmedi. Ama onu aldattığını öğrendiğimde bir kez bile düşünmedim
yalnızca sevdiğim adamı senden kurtarmak istedim." dedim. Mel gururlu bir anne gibi beni izliyordu. Chan ise sulu gözlerle öylece duruyordu.

"Seninle hesabımız bitmedi iki adamı aynı anda idare etmenin karşılığını vereceğim sana." dediğimde Mel kolumdan çekiştirdi ve yürümeye başladık. Chan da peşimizden geliyordu. İkimiz de üstümüzde judogi ile salak salak yürüyorduk. Yurt binasının önüne geldiğimizde Chan'ın ağlaması şiddetlenmişti. Chan durup yere çömeldiğinde Mel ile anlık bir bakış attık birbirimize.
"Sana inanmadığım için özür dilerim Jenna."
"Ve sanırım kendimi yanlış ifade ettim, umut verdiğim için özür dilerim. Beni yanlış anlamana sebep oldum."
Ne diyordu bu çocuk? " sen bana ümit falan vermedin yalnızca sen kendin olduğun için seni sevdim."  nefesimi uzunca dışarı vererek "yine de önemli değil Chan, sadece o kızın daha fazla seni kandırmasını istemedim. Bir arkadaş seni bir pislikten kurtardı olarak düşün lütfen daha fazlasını değil." dedim.

Sert konuşmuştum. Çünkü dediği şey çok kalbimi kırmıştı. Salak değildim çocuk ümitlendirmek gibi değildi bu. Sadece onu ilk gördüğüm anda çok etkilenmiştim ve duygularım bir anda büyümüştü. Kendime nasıl dur diyebilirdim ki? "Hey Jenna özür dilerim dur!" dediği anda yurt asansörüne doğru hızlıca yürüyordum. Hiçbir şey olmadı. Kimse peşimden gelmedi, kimse seslenmedi. Mel'i de iyice boğmak istemiyordum. Benim salak aşk işlerimle uğraşmasına ve yorulmasına hiç gerek yoktu. Odama girdiğim anda kuşağımı çözüp duşa girdim. Sıcak suyun altında çömeldiğim sırada belki de doğru zamanı beklemeliyim diye düşündüm. Chan kendine gelene kadar, her şey yoluna girene kadar beklemeliydim.

William Shakespeare "beklemek cehennemdir." der ve ardından şunu ekler " ama beklerim seni..."

Aşırı uykulu uykulu yazdım inş saçmalamamışımdır. Yorum yaparsanız çok sevinirim fikir almak istiyorum 🥲🥲
Çok öpüyorum💞💞

Can't you see me -BangChan-Where stories live. Discover now