5:"ARAYIŞ"

399 23 16
                                    


''Daha iyi misin?''

Kırklı yaşların sonunda, kısa saçlarını ensede başlamış irice kadının uzattığı peçeteye baktı. Kendisine uzatılan dördüncü peçeteyi de alarak, elinde ikiye katladı. Kızıl kahve saçlarını toplamış ve kırmızı yüzü iyice açığa çıkmıştı. Sol yanağı şakasından itibaren alev alevdi ve yüzündeki bu sıcaklığı saatler geçmesine rağmen geçirememişti.

Dudağının hemen yanında, yere düşerken yanağını deşen bir yara vardı. Üstelik hala yaranın üstü açık ve kanlıydı. Üzerindeki sürekli tazelenen kanı silmeye çalışırken farkında değildi, iyice kanatıyordu.

Kendisine sorulan soruya kafasını eğerek salladı. ''İyiyim.''

Hala olayın şokunda ve konuşabilecek bilinçte değildi. Öylesine sert bir tokattı ki, saatlerdir acısı ve bıraktığı hissiyatı geçirecek bir şey bulamamıştı.

Sibel elinde bir bardak suyla, mutfaktan geldi ve bardağı sehpanın üzerine bıraktı. ''Biraz kendine gel, sonra konuşalım. Hem konuşunca rahatlarsın.''

Kanlı peçetelerin yanına bırakılmış yarım bardak suyu içmeye yanaşmadı. Bu kez Sibel ikinci teklifini yaptı. ''Buz getireyim mi sana? Yanağındaki sıcaklığı alır.''

Aslında tüm çabası iki kelimede olsa onu konuşturabilmekti ama karşılığında kafasını reddeder imada sallayan kadından başka bir şey göremedi. Belki de konuşabilmek için ona biraz daha zaman vermesi gerekirdi.

Elindeki peçeteyi indirdi ve önüne bırakılan sudan bir yudum almak için kafasını kaldırdığında, yabancı kaldığı bu evi süzdü.

Hemen tepede asılı avize, her an düşecek gibi ince bir kabloya asılıydı. Mobilyalar eskiydi. Mekanda çalışan kızların çoğunun dönüşümlü olarak kullandıkları bu ev, apartmanın ilk katındaydı.

Salih mekandan çıkarıldıktan kısa bir süre sonra mekan kapanış verdi. Apar topar bu eve getirildiğini, şuan kendisi bile hatırlamıyor olabilir. Tokattan sonrasını zihni silmiş ve onu o mekanda, o adamın karşısında bırakmıştı. O andan kendisini çıkaramadı.

Tam karşısındaki kanepede tüm olanları, seyirci gibi izleyen Yekta'nın yüzünde bile acır bir ifade vardı. En sonunda yüzündeki kırmızılığa dayanamadı ve içlenen bir sesle, ''Hay Allah'ım, kıyamam ya.''dedi. ''Or*spu evladı nasıl geçirmiş.''

''Yekta!" dedi uyarır sesle, peçeteyi uzatan kadının İsmi gülerdi. Kısa saçlarının arka kısmı o kadar seyrekti ki, saç derisi gözüküyordu. ''Sırası mı şimdi?''

''Gavura vurdu gibi vurdu ama bir görseydin...''

''Lütfen!''dedi araya girerek, kızar gibi. ''Hem senin mutfakta işlerin yok mu?'' Kafasıyla mutfağı işaret etti. ''Bulaşıklar bekliyor. Sibel sende yardım et, beraber bitirin kızım, hadi.''

Kızı değildi ama buradaki herkesi bir manevi kızı olarak sahiplenen, anaç bir yapısı vardı. Onları bu evde bir tutmaya çalışan, korumaya çalışan, akıl ve yön veren bir kadın olduğu belliydi.

Kızları mutfağa gönderince,istediği gibi salonda Derin ile yalnız kaldı. Yanına yaklaştı ve usulca oturduğunda, bir süredir etrafa kitlenmiş donuk bakışları, yakından izledi. ''Lütfen toparla sende kendini artık.''

Elinin tersiyle kırmızı olan yanağına dokundu, hala sımsıcaktı. ''Canın yanıyor, biliyorum.''

''Tokat canımı yakmıyor.''dedi durgun bir sesle. ''Sadece...''Nefes alarak devam etti. ''...bu gece bitseydi, daha gelmeyecektim. Son dakikalarımdı. Evime dönecektim, uyuyacaktım ve her şeyi unutacaktım.''

BEYAZLAR SÖNSÜNWhere stories live. Discover now