41.Bölüm

26 13 0
                                    

Gözlerim yeniden açılırken yine bir uçakta uyandığımı fark ettim. Fakat içimde bu kez çok karmaşık duygular vardı. Çünkü biliyordum ki artık gerçekten bu işin sonuna gelmiştik. Ya da Vladimir’in söylediği gibi başlangıca dönebilmiştik. Elbette başlangıcı kadar sonu da bir tuhaf olacaktı bu oyunun. En nihayetinde bildiğim kadarıyla, elimdeki çantanın asıl sahibi olan  bu bilge beden dışında hiç kimseyle işim kalmamıştı ve son olarak bu bedenin, belki de oyunun en zor görevleri bitince, gerçekten her şey sona erecekti. Ancak içimde ki o korku, bu donmuş zaman hapishanesinden çıkamama korkusu bütün benliğimi gittikçe sarmaya devam ediyordu.

Ceketimin cebinden telefonumu çıkartıp, saati ve tarihi kontrol ettim. 19 haziran akşam saatleriydi. Ekipten bir gün önce ayrılıp, Amerika’ya olan yolcuğumun sonuna gelmiştim artık. Bir an için neden ekipten bir gün önce ayrılmam gerektiğini düşündüm. Sonuçta o uyarı notunu da yazan yine bendim. Aslında o notu bırakma nedenim, o sırada çantaya bakmak üzere olmamdı. Bunun engellenmesi için bırakılmış ve başarılı olunmuştu. Fakat bu kadar uzak bir geleceği görmeden neden böyle bir şey yazdığımı henüz anlayamıyordum ama muhakkak benim için önemli bir sebebi olmalıydı. Çünkü bu da tıpkı, avukatın güvenli evdeki yapılan ilk konuşmayı, gelecekten habersiz karşısında ki geçmiş bedenlerinden öyle gördüğü için yaptığı bir duruma benziyordu. Aslında avukatın mektubunda da 19 haziranda tekrar Amerika’ya dönmesi söylenmişti. Bizzat mektupların yazarı tarafından verilen bir emirdi. Davayı 21 haziranda açmamı istiyordu ama belki de dava dosyasının son halini tamamlamak için her ihtimale karşı yalnız olmamı istiyordu.

Uçağım indikten sonra, arabama geçip şirketin yanına eve doğru gitmeye başladım. Hızlıca eve geldiğimde ise bu evin anahtarı çantamda bıraktığım yerde duruyordu. Eve girdikten sonra bilgisayarımı, ceketimi ve pardösümü Vladimir’in uyuduğu kanepeye bırakıp odama geçtim. Yolculukta uyusam da kendimi yorgun hissediyordum. Ilık bir duş aldıktan sonra bir şeyler atıştırdım. Kısa bir süre sonra kapı çalındı. Bir anda kalbim yerinden fırlamıştı. Çünkü şuanda burada olduğumu kimse bilmiyordu. Ekibimiz ise hâlâ İstanbul’daydı. İşte bu daha önce hiç karşılaşmadığım korkutucu bir sürprize benziyordu. Hızlıca bilgisayarıma doğru koşup odama sakladım. Kapı hâlâ şiddetli bir şekilde çalmaya devam ediyordu. Banyodan çıkmış halimle, üzerimde bornozum vardı. Kendimi sakinleştirip kapıyı açmaya gittim. Sonunda kapıyı açtığımda ise karşılaştığım manzara kısa bir süre donup kalmama neden oldu. Çünkü karşımdaki kişi Daniel Hugg’un ta kendisiydi. İşin garip tarafı, tuhaf bir şekilde sakin görünüyordu ve yalnız gelmişti. Kendimi toparladıktan sonra Philip’e hiç yakışmayan bir tepki verdim. “Nereden buldun beni?”

“8 hazirandan sonra, evi başıboş bırakacağımı sanmıyordun herhalde. Ayrıca burnumun dibindesin, sadece adamlarım geldiğini gördü o kadar.”

“Ne istiyorsun?”

“İçeri girmeme izin vereceksen, biraz konuşmak.” Bu duruma hiç memnun olmayan bir yüz ifadesiyle elimle içeriyi gösterdim. Son toplantıyı yaptığımız masada karşılıklı oturup birbirimizi süzmeye başladık. Daniel daha fazla dayanamayıp bu sessizliği bozdu. “Sizi daha kalabalık bekliyordum. Seni tek görünce şaşırdım. Neler çevirdiğine bakmak istedim. Ne yapıyorsun, nasılsın?”

“Sen beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun. Ne zırvalıyorsun sen. Hal hatır soracak bir dünyada yaşamıyorum sayende.”

“Robert bak, işleri sen zorlaştırıyorsun. İstanbul’a söylediğin adrese gönderdiğim adamımı öldürdün. Hiç sesimi çıkarmadım.”

“Sen beni aptal mı sanıyorsun? O beni öldürecekti. Yaşamak için öldürdüm.”

“Robert ne öldürmesinden bahsediyorsun. Ben kimseye öldürün emri vermedim. Müdürün içinde olduğunu anladığım zaman anlaşma mı yaptığımızı sanıyorsun?”

İNSAN OLMANIN ACZİYETİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin