21.Bölüm

105 32 0
                                    

Gözlerim bir kez daha yavaşça açılırken, aklıma gelen ilk şey hangi bedende ve hangi zamanda uyandığımdı. Puslu gözlerimle nerede uyandığımı anlamaya çalışıyordum ancak dışarısı gecenin karanlığıyla örtülmüştü. Üzerime örtülen şey ise, kalın bir battaniye hissi veriyordu. Beni o kadar boğuyordu ki, şakaklarımdan, boğazımın altından ve belimden vücuduma yayılan ter damlaları, beni sırılsıklam ıslatmıştı. Yavaşça kendine gelen bedenimin bir çok bölgesinde, yeniden acıyan çığlıkları duyabiliyordum. Bilge avukatımızın bedenini, arabamın ön koltuğunu arkaya doğru yatırıp sırt üstü uyumuş bir şekilde bulmuştum. Philip'in bedeninde en son, şirket binasının krokilerini Vladimir'in cipine bıraktıktan sonra, İvan'ın Arnavutköy'de ki evinden birkaç kilometre uzaklaşabilmiştim ancak. Şuanda ise avukatın, paçavra gibi dövülüp bir çöplüğe atılan bu bedenini, 18 hazirandaki görevine hazırlamam gerekiyordu. Üzerimdeki kalın örtü sandığım sarı-kahverengi pardösüsünü sağ koltuğa doğru savurup, boğucu sıcaklığından kurtulmaya çalıştım. Uzandığım koltuktan doğrulmak bile canımı o kadar yakıyordu ki, burnumdan ve boğazımın içinden gelen acı  inlemeler tekrardan duyulmaya başlamıştı. Ön koltukta doğrulduktan sonra, istemsizce sağ elmacık kemiğime ve sağ kaşıma dokunmaya çalışıyordum. Ancak bunu yaparken sağ kolumu kaldırmak bile neredeyse imkansızdı. Sağ kolumun arka kısmına aldığım ayak darbeleri, kolumu tamamen uyuşturmuştu. Elmacık kemiğimi ise o bölgeye dokunana kadar hissetmiyordum neredeyse. Oraya dokununca ise acısının attığı o korkunç çığlık, nefes alıp vermemi zorlaştırıyordu. Vücudumu hafif sağa doğru çevirip, hiç darbe almamış sol kolumu sağ bacağımın arka adalesine doğru uzattım. Avucumun içiyle yavaş bir şekilde baldırımı sıkarken, bacağımdaki acının hissi, sanki oraya bir iğne batırmışım gibi vücudumu öne doğru atmama neden olan bir refleksle karşılık buldu. Kendimi, iniltili nefes alış verişimle toparlamaya çalışırken, vitesin önünde duran telefonumu fark ettim. Sol kolumla telefona doğru uzanıp, tarihe ve saate baktığımda 16 haziran gece 23.49'u gösteriyordu. Yaklaşık bir gündür kendine gelmesi için bıraktığım bu bilge beden, beklediğimden daha kötü bir şekilde karşılamıştı beni. Vladimir'in bedenindeyken de, Philip'in durumu için endişelerimde ne kadar haklı olduğumu şimdi daha iyi anlıyordum. Önümde sadece iki gece ve bir gündüz olmak üzere, 18 hazirandaki suikast girişimini engellemek için sadece otuz iki saatim kalmıştı ve bu harap olmuş bedeni bu kadar kısa bir zamanda hızlıca iyileştirecek tek bir yol vardı. Bu düşünceyle telefonumdan haritaları açıp, bana en yakın lokasyonda ki acil servisini bulmaya çalışıyordum. Hali hazırda Arnavutköy'den çokta  fazla uzaklaşamadığım için, oradaki devlet hastanesinin acil servis hizmeti, bana en yakın olan sağlık kuruluşu olarak görünüyordu. Sol kapımın içinde kalan pet şişe sulardan bir tanesini daha alıp, kuruyan boğazımı ıslatmaya çalıştım. Ancak hala ağzımın içinde kalan kan tadı, ılık suyla birleşince midemi bulandırsa da, bir gündür içine bir lokma girmeyen midem bomboş olduğu için kusmak istemiyorum der gibi gurulduyordu. Yarısından fazlası su dolu olan pet şişeyi tekrar aldığım yere koydum. Arabamı çalıştırıp navigasyona, telefonumdan bulduğum acil hastanesini aratarak, başlat tuşuna bastım. Navigasyonun yardımıyla hastaneye daha hızlı gideceğimi biliyordum, ancak sağ baldırımdaki acı, gaz pedalına hafifçe basmama bile engel oluyordu. Yavaş yavaş arabayı hareket ettirmeyi başardıktan sonra, gaz pedalına her basmamda boğazımın içinden gelen iniltilerle birlikte acil hastanesine on dakika içinde gelmiştim. Arabamı acil giriş kapısının yirmi metre kadar uzağına (en yakın park yeri orası olduğu için) park ettikten sonra arabamın kapısını açtım. Sol bacağımı dışarıya attıktan sonra, sağ bacağımı da arabanın içinde sürüyerek dışarı çıkardım. Acil giriş kapısının önünde sigarasını içerek volta atan bir polis memurunun (belki de komiser) dikkatini, kanlı gömleğim çoktan çekmiş olmalı ki, ağzından savurduğu dumanların arkasından gözlerini kısıp dik dik bana bakmaya başlamıştı bile. Dışarıda sigarasını içen bir başka kişi ise beyaz hastane elbiseleri içerisinde genç bir kadın, aramızda kalan düz beyaz sütundan dolayı beni daha iyi görebilmek için kafasını sağa doğru uzatıp endişeli bakışlarını üzerimden alamıyordu. Sağ bacağıma hafifçe basmayı deneyerek, topallayarak ta olsa yürüyebilir miyim diye düşündüm. Ancak sağ bacağım bana pekte yardımcı olacak gibi durmuyordu. Kafamı kaldırıp polise doğru baktım. Derin bir nefes aldıktan sonra bağırarak sesimi duyurmaya çalıştım. ''Sanırım bana yardımcı olamazsınız değil mi?'' Yorgun bedenim pekte güçlü bir ses çıkartamamıştı. Polis ne dediğimi tam olarak anlamasa da, bir sorun olduğunu kanlı gömleğimi gördüğü andan beri tahmin etmiş olmalıydı. Elindeki yarım kalan sigarasından son bir nefes daha çekip, sigarasını bir metre kadar önüne doğru fırlattı. Kafasını hastane personeli ya da hemşire olduğunu düşündüğüm kadına doğru çevirip bir şeyler söyledi. Hızlı adımlarla bana doğru gelirken yere fırlattığı sigarasını da ezmeyi unutmamıştı. Arkasından gelen sağlık personeli kadınla birlikte arabamın başına geldiler. Sivri yüzlü polis memurunun sesindeki tondan, benim için ciddi anlamda endişelendiğini görebiliyordum. ''Beyefendi çok kötü görünüyorsunuz, ne oldu size böyle?”  Yüzümdeki yaraları zaten gördüğünü düşünerek, vücudumdaki görünmeyen darp edilen bölgeleri göstermek istercesine, sol kolumla önce sağ kolumun arkasını daha sonra sağ bacağımı inleyerek sıkıp bıraktım. Hâlâ arabamın ön koltuğunda oturduğum için başımda bekleyen polis memuruna doğru bakarak kafamı kaldırdım. Terden dolayı gözlerimin üzerine düşen sarı saçlarımı arkaya doğru atıp acı acı konuşmaya başladım. ''Kahrolası bir sokak serserisi beni fena sıkıştırdı. Gözlerimi açtığımda, beni kaldırımın üstünde, bina duvarına dayamış tekmelerken buldum.''

İNSAN OLMANIN ACZİYETİ Where stories live. Discover now