on iki

2.8K 369 437
                                    

under my skin

Jungkook hastaneden çıkış yaptı, dönen kapıdan dışarı adımlayıp güneşin sıcaklığının tenine temas ettiğini hissetti. Teni D vitaminini emerken bir kaç saniye olduğu yerde bekledi. Tüm öğlen boyunca pek çok komplikasyona yer veren oldukça yoğun bir operasyondaydı. Ameliyatı nihayetinde başarıyla tamamlayabildiği, en çok da hastayı hayatta tutabildiği için hafiflemiş hissediyordu.

Yönünü hastanenin yan tarafına çevirmiş, SMC'nin 'şifa bahçesi' dediği ufak alana doğru adımlamıştı; yalnızca bir bank bulmak ve hiçbir şey yapmadan birkaç dakikalığına stresini atmak istiyordu. Bazen cerrahlar yoğun ve uzun süren ameliyatlar ardından hiçbir şey yapmadan boş zihinle öylece oturmaya ihtiyaç duyarlar. Jungkook her ne kadar ameliyata girmeyi sevse de operasyon sırasında hastasını kaybetme korkusundan, bitkin ve tükenmiş hissediyordu.

Bahçeye ve banklara doğru adımladığında Jimin'i, hemen ilk bankta elinde kahvesini tutarken ve boşluğa doğru bakarak otururken gördü. İlk başta duraklayıp tereddüt etse de nihayetinde Jimin'in oturduğu banka doğru ilerledi ve bankın diğer ucuna oturdu.

Jimin kafasını kim olduğuna bakmak için çevirdiğinde Jungkook olduğunu görür görmez tek kelime etmeden yalnızca ayaklandı.

"Yeni MR makinasını görme fırsatın oldu mu?" Jungkook sıradanlıkla sordu. Jimin ayakta beklediği süre boyunca herhangi bir tartışmayı riske atmamak adına gitmeli mi yoksa kalıp Jungkook'la normal bir şekilde muhabbet etmeyi denemeli miydi, bu konuyu kendi iç sesiyle tartıştı.

Jimin'in makalesine NETD'de yer verilmesini kutladıkları partinin üzerinden 1 ay geçmişti. Seokjin'in istekleri doğrultusunda hastaneye son model MR makinası ve pek çok yeni şey alınmıştı. Şef, sabah müsait ve yakınlarda olan birkaç cerraha hepsini göstermişti, Jungkook da o birkaç cerrahtan biriydi. Jimin ise tüm sabah o kadar meşguldü ki kendisine edilen onca teşekküre rağmen hiçbirini görebilme fırsatı yakalayamamıştı.

"Hayır." kısaca yanıtladı Jimin. Tekrar oturdu. Hem neden o ayrılıyordu ki? Buraya ilk oturan oydu.

"İyiydi." demişti Jungkook.

Kuşların cıvıldama sesleri tuhaf sessizliği dolduruyordu. Çatı tartışmalarından sonra hiç yüzyüze gelmemiş hasta için bile olsa münakaşaya girmemişlerdi. Ve Jungkook, Seokjin'in ofiste söylediklerinden sonra Jimin ile anlaşmazlık yaşamamak adına çokça efor sarfediyordu.

Jungkook gerçekten, gerçekten deniyordu.

Ve Jimin'in, çabalarını farkettiği pek söylenemezdi. Her zaman olduğu gibi.

"Eh, yani. Öyle olması gerekirdi zaten, değil mi? Son model sonuçta." Jimin zoraki gülümsedi ve Jungkook sadece yüzüne baktı.

"Ne?" diye sordu Jimin.

"Senin olayın ne, Park?" Jungkook alçak, samimi bir ses tonuyla sormuştu.

Jimin şaşıp kalırken bi daha sordu, "Ne?"

"Bana hâlâ, o gün çatıda sana bağırdığım için kızgın mısın?"

"Hayır?"

"Öyleyse ne?" Jungkook olabildiğince yumuşak ve sıcak bir ses tonuyla sordu, suçlayıcı algılanmak istemiyordu. "Sana söyledim, söylediklerimi tersine yordun. Sadece iltifat etmek istemiştim ama sen yanlış an-"

"Kızgın değilim." Jimin böldü. Jungkook'un gözlerinin içine baktı ve devam etti. "Sadece umursamıyorum."

Jungkook güldü ve kafasını salladı durumun sinir bozuculuğuna. İki cerrah yalnızca sessizlik içinde birbirlerine bakmaya devam ettiler. Jungkook büyük olanın yüzünü inceledi. Objektif olması gerekirse Jimin, aşırı tatlı ve neredeyse masum duruyordu. Hassas süt teni, genelde doğal kırmızı allığa sahip tatlı yanakları, şişkin büzülmüş dudakları, duygu yüklü gözleri, gerçekten güzelliğin ta kendisiydi. Jungkook hariç herkese karşı en tatlı insandı. Ama Jungkook'a karşı, buz gibiydi. "Aynen Jimin, öyledir."

a Dose of SaltWhere stories live. Discover now