3.3

3.2K 279 761
                                    

Metallica : Nothing else matter.

" Ve senin yanında öylesine huzurlu, öylesine huzursuz,
öylesine baskı altında ve öylesine özgürüm ki.. " demiş Franz Kafka. Bu cümlenin hayatımın en büyük özeti olacağını bir bilseydim,buralara sürüklenir miydim hiç? Sanmam..

Kabuk tutmuş dikişli yara izlerim günden güne kuruyup kaşındırmaya devam ederken,bu döngüden kurtulmanın da bir yolu olmadığını kabulleniyordum. Düşe kalka burada yaşananlara alışmaya çalışıyordum,gururumu içimde büyütüyor,ama diğer yandan da incitiyordum.

Hâlâ kendimdeki bu eksik parçaları yerine koyamıyordum.

Eksikleştiğimin de farkındaydım,her geçen zaman ve saat sırasında içimdeki o koca Lalisa eksiliyordu. Ama ben tekrar o parçaları yerine takmaya çalışıyordum,çünkü biliyordum ki eksilirsem kurtulamazdım. Hayatı kendime kilit zindan eder orada çürürdüm. Ki zaten bu kaldığım evin beni çürütecek bir zindandan farkı da yoktu.

Jungkook'un yanından ayrıldıktan sonra odaya çıkıp kendimi kapatmak yerine salondaki koltuğa oturup,Hwasa ile konuşmuştum. Pek önemli ve darlayan bir konuşma değildi,hatta öyle ki Jungkook'un bana ne dediği hakkında tek bir soru dahi sormamıştı. Jungkook ise yarım saatten fazladır terastaydı ve salona inme zahmetinde bulunmamıştı.

Salonda Hwasa ve Jennie ile yalnız olduğum için biraz daha rahat hissediyordum. Ancak bunu kapıyı çalan ses bozmuştu,
Jennie ayaklanarak kapıya ilerlediğinde,gergince arkama yaslandım. İmkansız olacağını bilsem de kapıya gelen kişinin polis olmasını diledim,istedim. Ancak Namjoon elinde poşetlerle içeri girdiğinde tüm olmayacak hayallerim başımın üstünden dökülerek uçtu.

"O poşetler ne?" Dedi Hwasa merakımı içimden okurmuş gibi.

"Lalisa için bir kaç parça kıyafet,lazım olacak." Dedi poşetleri Jennie'ye uzatarak. Kaşlarım çatılmaya başlarken Jennie poşetleri kaldığım odaya doğru taşımıştı.

Bir şeyler demek istiyordum ama kelimeler dudaklarıma yapışıp dökülemiyordu. Konuşmak,bağırmak istiyordum ama ses tellerim sanki iflas etmiş gibi beni bu eylemden kilometrelerce uzak tutuyordu. Elim kolum bağlanmış gibi hissediyordum ve hangi kapıya gidersem gideyim çıkış yeri her zaman kilitliydi yüzüme.

"Jungkook ile aranızdaki bu kıvılcımı hallettiniz umarım." Dedi Namjoon sehpanın üzerindeki bardak suyu kafasına dikerek. Göz devirdim,bile bile bu konuyu önüme sunup sabrımı sınamaktan başka bir şey yapmıyordu. "Onunla aramdaki bu kıvılcımın söneceğini sanmıyorum,ama ateş çıkacağını da sanmıyorum." Dedim omuz silkerek.

"Onunla aran iyi olmazsa burada daha da bunalacağının farkındasın değil mi?" Dedi su bardağını elinde döndürürken. Göz devirdim. "İnan her geçen saat daha da bunalıyorum zaten," Diyerek arkama yaslandım. Bu konuyu uzatıp konuşmak istemiyordum. Ki aslında tek kelime etmek istemiyordum.

"Ben yatıyorum,bu sorunu da halledin." Diyerek ayaklanan Namjoon'a dalgaya karışık kıkırdamayla karşılık verdim. "Ah,elbette. Yeter ki emret (!)"

"Emrediyorum zaten,görevim bu." Merdivenleri çıkmaya başladığında tekrardan göz devirip kollarımı birbirine bağladım. Hwasa saçlarını toplayıp esnediğinde,omzuma dokunarak bana döndü. "Uyu istersen,yarın önemli bir gün."

Detrimental | liskook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin