''Rahatsız olduysan söndüreyim?''

Başımı olumsuz anlamda sallayarak, ''Yok hayır. Bir an kötü hissettim şimdi iyiyim.'' dediğimde, ''Rahatsız olduğunda söyle.'' demiş ve sigarasından bir nefes çekip dumanını dışarıya üflemişti.

Gerçekten de tam kırk beş dakika sonunda, kocaman bir evin garajına girmiş ve arabayı park ettikten sonra inmiştik. Dağhan'ların kocaman bir evi vardı. Tamam bizim de maddi durumumuz iyiydi, dubleks bir evde yaşıyorduk ama bu ev...Bahçesi bile benim evimden daha büyüktü. Taş yoldan geçip, evin içine ilerlediğimizde, şaşkınlıkla ''Diğerleri gelmedi mi daha?'' demiştim.

''Arka bahçede hazırlık yapıyorlardır.''

Arka bahçe mi?''

Evin içine girdiğimizde, modern ve zevkle düşenmiş salona gerçekten bayılmıştım. İçeri girdiğimizde kahverengi ahşap zemin ve beyaz renk duvara uyumlu, beyaz renk bir vitrin bizi karşılıyordu. Ev sadelikten yana gibi döşenmiş olmasına rağmen bir yandan da basit detaylarla gösterişliydi. Daha önce benzerini görmediğim değişik modern cam bir avize, asma tavana fazlasıyla iyi bir hava katmıştı. İçeri doğru ilerledikçe, salonun gerçekten kocaman olduğunu fark etmiştim. Salon mutfak ile iç içeydi. Aralarda beyaz ve gri karışım taştan duvarlar vardı ve bu eve daha geniş bir hava katmıştı. Beyaz koltuk takımının üzerinde, yumuşak görünen birkaç gri ve gri tonlarında yastıklar vardı. Tam pencerenin yanında yumuşak görünen gri yuvarlak bir koltuk ve pudra pembesi yumuşak bir battaniye vardı. Televizyon komitesi, yine taştan bir duvardaydı. Beyaz yumuşak halının üzerindeki cam sehpanın üzerinde gerçekten mükemmel sayılabilecek süs eşyaları ortama değişik bir hava katmıştı. Mutfak anlatamayacağım kadar güzeldi.

''Teyzem griye bayılır. Eniştem de beyaza. İkisi renkleri karıştırmışlar işte.''

Hala beğeniyle evi inceliyordum. Koltukların arkasında, beyaz renkli raftaki aile fotoğraflarına bakarken, Dağhan'ın küçüklük resmini görmüş ve gülümseyerek onu elime almıştım.

''Çok tatlıymışsın, Dumaner.''

''Çocukluğum ile pek ilgili değilim.''

Sırtım bir şeye yaslandığında, Dağhan olduğunu hemen anlamıştım. Yavaşça inip kalkan göğüs kafesini sırtımda hissediyordum. Tek elini belime koyduğunda duraksadığımı anlamaması için, ''Neden?'' demiştim. Sesim titremişti. Diğer elini yanımdan uzatıp, resmi elimden aldıktan sonra yerine koymuş ve öylece kalmıştı. Kulağıma doğru eğilip, ''Meraklı bir kedisin, biliyorsun değil mi?'' diye fısıldadığında, mırıldanarak ''Sadece sana karşı...'' demiştim.

Diğer elini de belime koyup beni yavaşça kendine döndürdüğünde, bir elim direk koluna gitmişti. Fazla yakındık. Göz bebeğinin boyutunun değiştiğini görebiliyordum. Tam bir şey diyecekken, ''Dağhan?'' diye bir ses duymamızla ikimizde sesin geldiği yöne bakmıştık. İrem, salonun ortasında öylece dikilerek garip bakışlarla bize bakıyordu.

''Ben...ben tabak almaya gelmiştim.''

Dağhan istifini bozmadan, ''Mutfakta ikinci beyaz rafta.'' dediğinde, İrem hala bize bakıyordu. Garip hissetmiştim. Yavaşça Dağhan'da uzaklaştığımda, o da bakışlarını İrem'den çekip bana doğrultulmuş ve ''Evi gezmeye devam edelim mi?'' demişti.

İrem burada olduğu için rahatsız olmuştum. Başımı olumsuz anlamda sallayıp, ''Bahçeye geçelim bence...'' duraksamış ve İrem'e baktıktan sonra, Dağhan'a bakıp devam etmiştim.

''...tabii burada bir işin yoksa.''

Dağhan, elini belime koyup beni yavaşça salondan bahçeye açılan kapıya doğru ittirmiş ve ''Yok. Hadi geçelim.'' demişti. Bahçeye geçtiğimizde, sessizce ''Hani davet etmeyecektin? Yalancısın.'' demiştim. Beni birden durdurup, ''Sana yalan söylemem...'' demiş ve ''Haberim yoktu. İstersen gidebilir.'' diye eklemişti.

BURSLU #Wattys2020 (DÜZENLENİYOR)Where stories live. Discover now